27 Mart 2012 Salı

Bir İnsan Ömrünü Neye Vermeli?




İlk defa bir yazının adı var, kendi yok.
Aklım ereli beri düşündüğüm bir konu. Bir insan ömrünü neye vermeli?
Şarkısı da dilime dolandı da geçen gün, hadi dedim Derya .
...
Tam da başlığı hazır, kendisi meydanda olmayan yazıyı yazmaya hazırlanıyordum ki birden gözümün önüne Pulitzer ödüllü bir fotoğraf geldi. Manevi babam dediğim büyüğümün eczanesinin duvarında asılıydı bu fotoğraf. 
Derken dün akşam Coşkun Aral'ın konuk olduğu programda da gösterilmesin mi ? Bazen kalemi başkası tutuyor sanki.. Yazmak farz oldu.
(Çok şey söyler ya bir fotoğraf çoğunlukla, işte ondan. Fotoğrafı başka bir yazı da paylaşacağım.Üzücü bir fotoğraf.)
...

Aslına bakarsanız sevgili okur, çok bıçak sırtı bir konu. Beni kimler okuyor bilmiyorum. 
Gücenenler olabilir, kırılanlar olabilir. Kendiyle yüzleşmekten korkanlar olabilir.
Ben içimden geçenleri yazayım hadi. 
Güleryüzlü bir yazı olsun.
...

Manevi babamın kendine ait bir sözü var. ''Ne kadar kendinsen, o kadar mutlusun.''
Ne kadar , kaç metre, kaç kilo kendimiziz?
Kendimiz için mi, annemiz için mi, eşimiz, işimiz, komşumuz için mi ? Kimin için birçok şey?
Bırak ömrünü, bugününü kime verdin?

...

Bizim ülkede bu yaşımda edindiğim şudur ki, kendini sevdiği herhangibir şeye adayana deli derler. Boş adam derler. Bu insanların saçı sakalı uzunsa bir de, pasaklı damgasını yerler ki ne ilgisi var hala anlamış değilim.
Bir şeyi çok sevme hakkın asla yoktur. Yurdum insanı, en sevgili varlığı olan çocuğunu bile sevmeyi göstermesini bilmezken,  bunu yapmaya korkarken, aslında ıskalarken -bu yazıyı burda kessem mi :) - neyi de tartışıyoruz bilmem ki...
Benim başucu kitabım der ki :

<< Büyükler sayılara bayılırlar. Yeni bir arkadaş edindiniz diyelim; onun hakkında hiçbir zaman asıl sormaları gerekenleri sormazlar. ''Sesi nasıl?'' demezler örneğin, ya da ''Hangi oyunları sever? Kelebek koleksiyonu var mı? '' diye sormazlar. Onun yerine, ''Kaç yaşında?'' derler. ''Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?''  Ancak bu sayılarla tanıyabileceklerini sanırlar arkadaşlarınızı. Eğer büyüklere  ''Güzel bir ev gördüm, kırmızı tuğlalı; pencerelerinden sardunyalar sarkıyor, damında ise kumrular var.'' derseniz,  nasıl bir evden söz etmekte olduğunuzu bir türlü anlayamazlar.  Ne zamanki onlara  ''Yüz milyonluk bir ev gördüm.''  dersiniz,  işte o zaman size '' Oo ne kadar güzel bir evmiş.''  derler gözlerini koca koca açıp. >>   *

Daha büyük bir ev, yeni model araba, modası geçti daha yeni model araba, falancada olan modelden filan, filancada olup da sende olmazsa olmaz fişman.
Bak bahar geldi. Çimenlere yayıl, sevdiğin sanki bugün daha mı güzel ne?
Güneş nasıl da ısıtıyor, bütün kış bu anı beklemiştin. Zaten yaz gelip de güneş iyice canlanınca , ''Kış gelsin gıkım çıkmayacak, söz.'' diye söylenmene şunun şurasında ne kaldı?
Banklar ne rahat, bir  de  denize karşıysa. Üstelik bedava.. Ama tam karşıdaki kafede görünmek (!) gerek.
Bazen gitmek, bazen görünmek istenebilir. Gidene sözüm yok :)

''Bir insan ömrünü neye vermeli?
Tükenip  gidiyor ömür dediğin.''

...

Çiçeklerin adlarını hatırla, renklerini . (Türkiye 4.sü hatırlayamadı da cümle aleme rezil oldu:) )
Sokak adlarının öyküsünü merak et. (İlgili yazı yoldadur:) )
Yaşadığın şehirle ilgili önemli insanları,eski binaları,hikayeleri, olayları bil.
Sözünü müziğini sen yazmadın biliyorum ama ''o senin şarkın.''  (olsun :) )
Ofsaytın ne olduğunu öğrenmeye çabala. (Kadınım, sözüm sana)
Iskalama bence çocukların sana her ne anlatacaksa. Komik olmasa da gül, hatta kahkahalarla. Çocukları önemse.
Hiç tanımadığın birine gülümse. Sohbet et hatta.
En sevdiğin  şiiri ezbere bil.
Mutlaka bir hobi edin. Birden çok olsa ne ala. (iki a'nın üstünde de şapka var ama ben yapamıyorum. Ha bu arada şapkalar kalkmadı :) )
Türk halk müziğini sev.
Biriktir, at.
Hepsi sevmekle olacak işler farkında mısın sevgili okur?
Ve ne kadar çok şey geliyor akla? Hadi sen de söyle.
Renklenmekte fayda var!..Yüreğinin duvarlarına resim yap !..
Ver ömrünü , en azından bir gününü.
Elalem bir şey demeyecek söz, o da burayı okuyor. :)

...

''Yolda kalan da bir, yürüyen  de bir
Savrulup gidiyor, ömür dediğin.''

...

*Küçük Prens
Bu yazıyı yazarken neler dinledim?

                                         

25 Mart 2012 Pazar

Parantezi Bol Yazı

   Sevgili okur,
Bana kalırsa epey ayrı düştük. Bir yandan ''Şunu da yazarım, bundan da bahsederim.'' derken bir konular birikti ki sormayın gitsin. Defterlerimden birini ''Konulara ve başlıklara'' özgüledim.
Buraya yazdıklarımın bir kısmını günlüğüme, kimi hikayelerde araştırılacak bir şey varsa, not defterime aktarıyorum. Ha bir de bizim ''Ezgi cadısı tatlısı'' var. Amcamın 8 yaşındaki kızı. Onunla aramızda bir acayip bir şey var.. Eskiden aynı apartmanda otururduk ve güzel zaman geçirirdik tatlıcığımla. Konuşmaya başlamasından bu yana önce ''Ezgice-Türkçe'' bir sözlük yazmaya başlamıştım ki , cümleler de kurmaya başlayınca, oldu sana bir günlük daha. Adı da pek hoş : Ezginin Günlüğü.. (Babamın bana tuttuğu gibi..)
Hikaye Ezgi'ninse hem onun defterine, hem benim deftere (bazen), şimdi bir de blog defterine yazıyorum ki  ''Belki bir yazıya dönüşebilir'' diye.

Yazmak iyidir.
Hem iyi gelir insana...

...

Dedim ya yazacak çok şey var.
Yaşayacak da...

...

Bu cuma akşamı Seherciğimle (Bu parantezi uzun tutacağım. Kendisinden az bahsetmişim uyarı geldi.:) )
Beyoğlu Hayal Bistro'da Akdeniz-Karadeniz  adlı bir konsere gittik. (Hemen ''Biz karnemizi isteriz'' diyesi geliyor değil mi insanın)
Efendim bir Grup Gündoğarken & Fuat Saka buluşmasıydı. ''Pencerenin Perdesini'' kemençe coşkusuyla  havalandırıp, Gelevera Deresi kıyısında buzuki çaldılar.. Herbiri kendi bölge müzikleri için karakteristik olan bu iki enstrüman ( ilk seferde yazabildim. ''enstrüman '' :) )  nasıl da seviştiler. Nasıl da yakıştılar üstelik. Size de aktarmak istedim sevgili okur ama blog yazdığıma bakmayın hiç becerikli değilim bu konuda. Şimdilik hayal gücünüzü kullanın diyebileceğim. Bu güzel konserde beni  (Seher'i de :) ) etkileyen bir şey daha oldu. Gündoğarken'in üyelerinden Gökhan Şeşen'in , 14 yaşında sözü ve müziğini yaptığı bir şarkıyı söyleceklerdi. Bazen böyle şarkılarına yer verirler  ya konserlerinde.. Sözleri komik olur, nakaratı kafiyeli olsun diye uğraşılmıştır, özetle müzisyen olacağı bellidir de , bir hatıradır işte bu çocukken yapılan şarkılar. Yine öyle bir şey beklerken bakınız hangi şarkı geldi?


Şarkıyı dinlediyseniz siz de oradasınız demektir sevgili okur;
''Sözün bittiği yer''den en içten sevgilerle!..

...

Yukarıdaki tramvayı aşağıdaki şarkıya nasıl bağlayacak diye düşünme sevgili okur...:)
Başka insanların yaptığı güzel şeyler beni heyecanlandırır.. Yukarıdaki konser hikayesi de buna dairdi.
Şimdiyse beni uzun zamandır heyecanlandıran bir şeyden bahsedeceğim.. (Bağladım ya :) )
Kağıtlar..Daha önce de bahsetmiştim ''Bir kağıtla neler yapılabileceğinden.''
İşte benim kağıtlarım.
Kitabımın süsleri Kitap ayraçları..Fikri tamamen bana ait.
''Canson'' kağıtlarından üretilmiştir tramvayım.Camlarının mavisi zarfın tersi, çerçeveler zarfın düzü..:)

(Kale bayırı düzü.. Devriyeler sardı ya bizi.. Hep beraber olalım. Vermeyelim şu kızı ..köşeli parantez: Bir Giresun türküsü)

Kitabımdan sesler de geliyor artık.. Dan dan!..
''35.sayfa durağında ininiz. İhtiyari durak:)''
...

Yazı iyidir.
Sözcükler iyidir..
Bol parantezli yazılar daha iyidir!..
...

Bu yazıyı yazarken ne izledim? Soru- Yorum : Coşkun Aral ...












23 Mart 2012 Cuma

''Bahar Geldi Kendimi Seçtim''




Yazacak o kadar çok konu var ki aslında sevgili okur,
ancak acilen değinmemiz gerekenler de var. Bkz.  bahar.. :)

Sadece bir mevsim değil; insan için, doğa için de bir renklenme dönemi.
İçimiz kıpır kıpır. Kırlara uzanmak isteriz, kuşlar hep öter de biz baharda fark ederiz.
Doğayla birlikte biz de yeşilleniriz. (Bu yeşillenme bir karşı cinse de olabilir. Caizdir! İkisi son sünnet:) Farzdır farz:) )

...

Baharın başlangıcı olan 21 Mart, aynı zamanda ''Dünya Şiir Günü''dür de. Tesadüf olmasa gerek bu denk gelme.


Haberin var mı taş duvar?
demir kapı, kör pencere.
yastığım, ranzam, zincirim.
uğruna ölümlere gidip geldiğim,
zulamdaki mahzun resim.
Haberin var mı?
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş
karanfil kokuyor cigaram
dağlarına bahar gelmiş memleketimin.           Ahmed Arif



Bugün pazar,
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra kımıldamadan toprağa oturdum
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda, ne kavga, ne hürriyet, ne karım
Toprak, güneş ve ben
Bahtiyarım.                                                   Nazım Hikmet RAN


Bizim ülkede bahar da zor...
Hala zor.
Düş kurmak iyidir, iyidir de ...Ahh ah sevgili okur. ''Dağlarına bahar gelmiş memleketimin.''

Ahmed Arif ve Nazım Hikmet'in zor baharlarından bizim payımıza yine güneşli dizeler düşmüş, sevmek düşmüş...

...

Konuyu bağlamakta ilk kez zorlanıyorum, bunu da buraya aynen yazıyorum. Samimiyetimize pek çok güveniyorum. :)

...

Bahar geldi, kendinizi seçin!..
Heyecanlar, güzel telaşlarla dolu bir bahar sizin olsun..
Yaprakların hışırtılarını , kuşların cıvıltılarını,  şehrin birbirine karışan sesleri arasında kendi ayak sesinizi duyun.
Fark edin. Fark yaratın. Direnin. Değiştirin. İyileştirin..
Bahar vesile olsun güzelliklere...

Gördünüz mü? N'aber ?? :) Sadece bir mevsim değil bahar..
Biraz da sevmek zamanı...
'' Boşveeeer'' zamanı.. Kendini seçmek zamanı..

Hadi şarkılarını da dinleyelim..

Not: En azından bir kuş cıvıltısı duymuş oldunuz..:)
Diğerlerinin ve dahasının da gerçekleşmesi dileklerimle..

(U)Mutlu baharlar!..



Bu yazıyı yazarken ne dinledim?


Meraklısına not: Yukarıdaki fotoğrafta bir kuğu bir de ciddik kuşu bulunmaktadır..Fotoğraf için İhsan Topallı'ya teşekkürleeeer. 2009- Basingstoke Blackdam Park.


Aaaa bu şarkı nasıl unutulur..Üstelik tam da bahsettiklerimizle ilgili.. :) Özellikle dinleyelim!..:)

20 Mart 2012 Salı

Şehir



Ne isterdim biliyor musun sevgili okur?
Hayatımızın bazı anlarında müzikler yükselsin sokaklardan. Hatta öyle yükselsin ki , insanlar bize baksın.

İlk öpücükte... Ayrıldığında sevdiğin birinden, ikiniz de tam aynı anda dönüp birbirinize bakarken...
Annen, baban, kardeşin bir aradayken, yılların telaşından vakit bulmuşken, artık sohbet edebiliyorken hesapsız, alabildiğine mutluyken...


Çaresizken...Kalabalıklar içinde yalnızken. İnsanlar seni anlamazken...

Birine kocaman sarılmışken. Bir çocuğu güldürmüşken...Bir yaşlının duasını alırken.
Kendini kanatlanmış gibi hissederken...

Ben en çok bir şarkı ne zaman çalsın istedim biliyor musun sevgili okur, bir şehrin otogarından uğurlanırken...
Tüm sevdiklerim hala yanımdayken. Onlara iki bavul, bir yastık ve birçok hatırayla el sallarken...
(Üniversite hayatım başlıyordu. Yol İstanbul'du)

...

Bangır bangır çalsın istedim. Çalsın ki, düşüp dizimi kanattığım taşlara, o dizimi yıkadığım camiinin çeşmesine, şimdi karadeniz sahil yoluna kurban giden evimizin karşısındaki banka, evimizin manzarasına, şehrimizin süsü yağmura buluta, esnafa, dostlara, adaya, caddeye, selam olsun!..

Çalmadı olmadı..Ama candostum, annemin doğurmadığı kardeşim, yaşı kadar dostluğumuzun ömrü, Seherciğim pankart hazırlamıştı. Aklımıza gelir şimdi, önce ağlar sonra güleriz. Ve biliriz ki , başka bir deniz bulamayız...
''Aynı evde kır düşecek saçlarımıza. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceğiz.. ''

...

Not: Yazımda kullandığım karikatür adaşım, abim ve İstanbul'daki ilk arkadaşım karikatürist -ressam Derya Sayın'a  aittir. Yıllar sonra gördüm bu karikatürü. Bana orijinalini hediye etmek istediğini söylemişti Derya abi . Yanıtım şu oldu : ''Abici'm sırf bunu söylemiş olman bile benim için ne kadar değerli anlatam.''
Bazen '' söz'' daha değerlidir. Böyle gidişi olan bir ciddik kuşu için üstelik.

...
Şarkıdaki şahane  şiir de yunan efsane şair Konstantin Kavafis'e ait.
Ne demiş başka bir şair ''Şiir yazanın değil , ihtiyacı olanındır.''
Bu sefer de bizim olsun.

...

Başka bir şehirden selamlar!..
Hadi  sen de sevgili okur, çocukluk düşlerimiz için  bilgisayarının sesini aç ''Şehir''i dinle.
Söz ver şehrine..''Dönüp dolaşıp sana geleceğim'' de. (Gitmeyeceksen ama boşa ümit verme)
 
...
 Bu yazıyı yazarken ne dinledim ?


Ne zannederdim ?

Sevgili okur birazcık gülelim hadi!..

Ben de bir zamanlar miniciktim.
Geçen gün birdenbire çıkıverdi. Kayıt altına aldım. Biraz da zihnimi zorladım ve işte karşınızda ''Ne zannederdim? '' listem :)

-Oyuncak bebeklerin saçlarını kesersek uzar zannederdim.

-''Paha biçilemez'' i  ,  ''pahap içilemez'' zannederdim. (Biz niye içmemiştik hem..) (Parantez 2: ''dile kolay'' da aynı kategoride. ''dilek olay'' zannederdim.

-Levent Yüksel'in bir şarkısı vardı. ''Sustu haykıran şehir son kuşlar havalandı.'' diyormuş şarkıda. Ben onu ''dolmuşlar havalandı'' zannederdim. Sonra zanneden bir ben değilmişim ilkokulda olmama rağmen anımsıyorum, bir gazetenin haftasonu ekinde yazmıştı ''dolmuşlar havalanmadı.''
(''Kendimi yalnız hissetmediğim anlar'' listesi yaparsam bu hikayeyi büyük puntolarla yazmalı ..)

-İlkokula başlayacağım zamanlardı, devletin okulunu paralı zannederdim.

-Televizyonu paralı izliyoruz zannederdim.  (O zaman kablolu tvler, dijital platformlar yoktu)

-Zeytinyağlı yemek çeşitlerini pişmiyor zannederdim.

-Biz çocukken TRT'deki kimi programlarda sadece şarkıcı olurdu ekranda da, saz heyetini şarkıcının hemen arkadasındaki perdenin arkasında çalıyor zannederdim. (bkz. Playback açılımı)

- Bir devlet dairesinin binasının dışında kocaman İZİNDEYİZ yazıyordu da Atatürk resmiyle beraber, o devlet dairesindekiler çalışmıyorlar, izindeler zannederdim.

-Benim kardeşim canım da, eskiden kasetten kasede çekim yapardık ya, bir kaset dolunca diğer kaset boşalıyor zannedermiş..

Bu listenin içinde yakında ne olduğunu öğrendiklerim var. Hangisi olduğunu söyleyemem ''edebiyat tarihçisi bulsun''.

Unutmadan ,
- Ülkemdeki herkesin hürriyet için, aydınlık için sevdalı olduğunu zannederdim.

Üç nokta
 ...

 Bu yazıyı yazarken ne dinledim?



-

18 Mart 2012 Pazar

Dalgacı Mahmut




Dalgacı Mahmut

İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarımher sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.

Deniz yırtılır kimi zaman,
bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim.

Dalga geçerim kimi zaman da,
o da benim vazifem;
bir baş düşünürüm başımda,
bir mide düşünürüm midemde,
bir ayak düşünürüm ayağımda,
ne halt edeceğimi bilemem.        (Yaprak, 1.3.1949)



...


Efendim yine merhabalar,
Sayenizde keyifli günler geçiriyorum. Sevmişsiniz B Planımı :) Eksik olmayınız.
Varolunuz sağolunuz.
Neler konuşsak diye de sürekli düşünmekteyim.
Çoğaldığımızın resmidir..

...

Şiir ne güzel şey!..
Kusura bakmayın ama, sevmeyeni hiç anlamam.
İyisine mi rastlamamıştır , bilemedim.
İlk sevdiğim şairdir Orhan Veli. Ne yazık ki erken yaşta kaybetmişiz.
Hepi topu 36 yıl yaşamış. Daha çok yaşasa ne olurdu varın siz düşünün sevgili okur.
Birini seç desen şiirlerinin  içinden  seçemem..
Sevdiklerimden birçoğunu azacık bir şaşırmayla ezbere okurum. Zaman sonra baktım, babam da ezbere biliyor. Ondan geçti zaar.

İçimden geldi, şu  an aklımdan geçen iki şiirin sevdiğim kısımlarını da  paylaşmak isterim. Kopyalayıp da yapıştırmayacağım. Benimle yaşıt bir baskısından (Can Yayınları) bizzat yazacağım. Hissediniz. Sayfa hışırtılarını duyunuz.. :)

AŞK RESMİ GEÇİDİ

...
Gelelim sonuncuya
Ona bağlandığım kadar
Hiçbirine bağlanmadım
Sade kadın değil,  insan
Ne kibarlık budalası,
Ne malda, mülkte gözü var.
Eşit olsak, der
Hür olsak, der
İnsanları sevmesini de bilir,
Yaşamayı sevdiği kadar     (Son Yaprak, 1.2.1951)

SERESERPE

Uzanıp yatıvermiş, sereserpe;
Entarisi sıyrılmış hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok biliyorum;
Yok, benim de yok ama...
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki      (Varlık, 1.9.1946)

...


Orhan Veli'nin şiirleri Müşfik Kenter'in sesiyle özdeşleşmiştir. Bir nevi Bruce Willis-Alev Sezer güzelliği. Yıllar yılı Bruce Willis'i Alev Sezer konuşmuştur da, Alev bey rahmetli olunca (Evet Alev bir beydir haliyle :) bilmeyenler için ) ,  içine benim de dahil olduğum türk insanı epeyce yadırgamıştır Bruce abimizi.

Yapı Kredi Yayınları 14 Şubat 2012 günü ''Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti/ Kendi Sesinden Şiirleri'' 'yi yayınladı. İlk kez duyduk ustanın sesini. Kasada kitabımı,cdmi alırken ''Ay nasıl dinleyeceğiz kendi sesinden Müşfik beye ayıp olmaz mı? '' gibisinden söyleniyordum ki hanımın biri ''Ayy o da güzeldir.'' dedi. Utandım. Baktım iki tane  almış hanım da.  

Efendim bunca yıl neredeydi bu kayıtlar?  1950'de ölmüş şair.
Kız kardeşi Füruzan Yolyapan yıllarca saklamış meğer ..(U beni biliyu mu?*)
Klasik bantlardan da önceki bir teknikle ''tel''e okunmuş kayıtlar. En beğendiği 22 şiirini seslendirmiş Orhan Veli bir dost ortamında.  Ha unutmadan bu kayıtla Orhan Veli'nin hiç bilmediğimiz bir yanı da ortaya çıkıyor. Karagöz de oynatırmış. Bir de Karagöz muhaveresini kendi sesinden dinliyoruz.

 Beni sormayın. Koşarak gittim  eve. Koşarak dinledim şiirleri, kaybettiğimiz yılların acısını çıkararak.
 İvedilikle alınız.
 Ne söylesem eksik kalır...
...
Öyle yavan yayınlamak da istemedim yazımı. 
Fikir imdada yetişti. Şairin şiirlerini kağıtla resmetmek geldi bugün aklıma. Dalgacı Mahmut olsun dedim ilkin.
Bakalım sever misiniz? Siz olsanız hangisini boyardınız sevgili okur?

...

Güzel bir pazar günü geçirmenizi dilerim.
Sevdiklerinizle , neşeyle!..
...

ÇOK ŞÜKÜR
Bir insan daha var,çok şükür evde;
Nefes var,
Ayak sesi var,
Çok şükür, çok şükür.           (Mayıs 1958)

...

Bu yazıyı yazarken ne dinledim : Zekai Tunca..Ne hoş!..
Dalgacı Mahmut'u resmederken kağıt,kalem, dikiş iğnesi ve iplik kullanılmıştır.

* Giresunca bir kalıp olup , ''Ben ona sorarım'' gibi dilimize çevrilebilir. Sevimli bir tehdit içerdiği söylenebilir:)


16 Mart 2012 Cuma

Ciddik Kuşu

Küçük şehir insanı olmanın insanı besleyen, değerli bir tarafı var.
Zaman sonra anladım bunu sevgili okur. Yaşadığınız yere de bağlı tabii. Hem deniz çocuğu hem de karadenizli olmak da bir başka :)
Bizim memlekette bunların yanı sıra inanılmaz bir lakap kültürü var. Lakap deyince, öyle kimseleri rencide edecek lakaplar gekmesin akla. Üstelik komikler, çok güzeller. Bu insanları adıyla soyadıyla ara, tanıyan yok. Lakabını söyle ''Haa o mu? ''

Geçtiğimiz  haftalarda Datdara Mehmet amcamızı kaybettik. Bu güzel insan, ilimizin önemli sembol isimlerinden, gazetecilikte Giresun'un yüz akı bir amcamızdı. (Ulusal basında da bu isimle haberini gördüm.)
Yıllar yıllar önce Giresun'da kurulmuş Medler Orkestrası'nda saksafon çalıyormuş da oradan bu ''datdara''.
Yaa sayın okur, neler var neler. Ne incelik, ne hoşluk!..
...

Lakaplara kısa bir giriş yapmış bulundum. Bu önemli dosyayı genişletmek fırsatım olur umarım.
Sadece bir hikaye üzerinden bile anlatabileceğim bir önemli dosyayı daha açıyorum sevgili okur.
Dı nı nın!..

Giresunca :)

Annem televizyonda rastlamış.Yine epey var.  Adana Altın Koza Film Festivali'nde Kadir İnanır'ın sırtına hamam böceği konmuş, böcek  boğazına doğru ilerlerken bir vatandaş olay yerine yetişip hamam böceğini yere çalmış. Bu olay da magazin basınına malzeme. Şimdi ne var burada değil mi? Sabahın köründeki bu programa birden bir e-posta gelmiş. Sunucu aynen şöyle demiş ''Giresun'dan bir mailimiz var. O Kadir İnanır'ın sırtına konan şeye , biz Giresun'da dozirik diyoruz.''

Ey giresunlu olmayan sevgili okurum, belki bu ilk karşılaşman bizim ilginç mizah anlayışımızla. Seni zaman zaman yazacaklarımla bu rüzgara kaptırmak isterim. Dur bakalım :)
Hamam böceğinin latincesi kimbilir ne? Dozirik demişiz ötesi var mı? Ha bir de latince konuşulmayan bir dil zaten. Ne var da  aklımızı bulandırıyorsun bilim insanı :)  Giresunca konuşuluyor bi kere..:)
...

Konu dağılmış gibi görünse de sevgili okur, bunca kelamı niye ettik gel, elele verelim sonuca gidelim.
Efendim ''Ciddik Kuşu'' da işte böyle memleketimden bir kuş.
Sanırım ''kızıl gerdan''a karşılık geliyor. Çalılar arasında gezinen, küçük, göğsünde kızıl tüyleri olan, ''çıt çıt'' gibi bir ses çıkaran, kuyruğunu dik tutmaya çalışan bir kuşmuş. Bu kuş eğer yanınızda ötüyorsa, iyi bir haber alacağınız anlamına gelen bir inanış varmış. Bu adı bana koyan sevgili babamdır. Doğduğumda koymuş. Bir de şiir yazmış bu isimde.

...

Babam, ben doğduğumdan bir yaşına gelene kadar, benim için bir günlük tutmuş. (Bkz.Ailenin ilk çocuğu olmak)
Benim için anlamını ne etsem de tarif etsem.. Babam da bir blogger sayılabilir değil mi bu anlamda:)
Önce birazdan anlatacağım hikayenin olduğu sayfayı tarattım bilgisayarda. Paylaşayım dedim. Sonra vazgeçtim sevgili okur, beni bağışla. Hadi benden dinle.

...
Ben doğduktan birkaç ay sonra babamın iş arkadaşı bir amcamız ve ailesi beni görmeye geleceklermiş.
Adamcağız da, o zaman 5 yaşında olan kızına ''Bu akşam Ciddik Kuşu'nu görmeye gideceğiz demiş.Çocuğun da aklında yer etti demek. Gelmişler , muhabbet sohbet...
Annem bi ara içerde altımı değiştirirken, çocuk anneme ''Teyze bu uçuyor mu? '' diye sormuş.
Annem de ''Hayır''demiş. Babam ekliyor ''Bana sorsa evet derdim. Ama 20 yıl sonra.''
...

 Her yazım bir kuş ötüşü sayılsın ki siz de güzel haberler alın sevgili okur!..

...

 Mendil isteyen?

...

Bu yazıyı yazarken  birşey dinleyemedim :((

Düşler Vardır

''Düşler vardır satılmaz
Derinde anlatılmaz...''
 
...

Yaşınız gereği yakalayamadığınız mekanlar var mıdır? Pekiyi ya oluşumlar?
Dinlemenizin mümkün  olamadığı şarkıcılar?
İki satır sohbetinden de biz de  alsaydık dediğiniz şairler, fikir adamları.

Benim var. Hem de çok.
Birincisi kuşkusuz ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk.
Bir kapı aralığından olsun yüzünü görebilseydim. Sesini duyabilseydim. Çocuksam başımı okşardı, nasihat ederdi, o da beni severdi.
Hepinize kısmet olur inşallah, iki kere doğduğu evi görmek fırsatım oldu. O bile harika!.. Bu konuya daha sonra değineceğim sevgili okur.

Can Yücel'le  Aziz Nesin'i de görmek isterdim. Öldükleri zaman bile küçüktük. O da kaçtı. :(
Müzeyyen Senar'ı dinlemek isterdim. Kendi aptallığımdan bi türlü konserine gidemedim. Sonra da kadıncağız hasta oldu. Allah yardımcısı olsun.
Fikret Kızılok da yine yetişemeyeceğim bir yaşta öldü.. Mekanı cennet olsun.
Allah Bülent Ortaçgil'e ömür versin. Şükür çok kez dinledim.
 ...

Fikret Kızılok hem bir ozan hem bir müzisyen. Öyle dokunabileceğiniz türden bir ses.
Yumuşacık sanki, öyle böyle değil.
Ezgileri güzeldir, sözleri çok özeldir.
Bu müthiş insan aynı zamanda diş hekimidir bilir misiniz?
Deniz aşığıdır.
Aşık Veysel'in çırağı olabilme şansına da erişmiştir ayrıca.
Aziz Nesin'in ''Herkes bir bok bilir, bu adam iki bok biliyor'' dediği cinsten birisi Fikret usta.
Erken yaşta kalbine yenilmiştir, çokça yüreği kazanmıştır yaşamı boyunca.

...

Bülent'le Fikret Çekirdek Sanatevi'ni kurarlar 80lerde.
Yıllar önce Taksim'de bir ara sokakta, bir gece vakti , tabelasını gördüğümü iddia etsem de bu oluşumun yeri Bostancı'daymış. Yer dediysem de burası bir apartman dairesi, ustanın muayenehanesinden bozma.  Sınırlı sayıdaki  dinleyiciyle ev konserleri yapılmış. Sıkı durun, Yeni Türkü ve Ezginin Günlüğü'nün ilk albümleri burada kaydolmuş. Albümler de konser bitiminde dinleyicilere armağan edilmiş. Kaset kaplarını Fikret Kızılok'un oğlu çizmiş.
Kasetler elden ele dolaşmış. Kaset dediysek, şarkıların başlarında konuşmalar, öksürük sesleri, alkış sesleri, çocuk koşuşturmaları..

Geçtğimiz yıllarda Yağmur Kızılok bu kayıtları temizleyerek, Pencere Önü Çiçeği adıyla piyasaya sürdü. Bir de yine Çekirdek Sanatevi döneminde TRT için kaydedilmiş ''Büyükler İçin Çocuk Şarkıları'' albümü var. Satın alabileceğiniz Çekirdek Sanat kayıtları maalesef bunlarla sınırlı.

 ...

Biraz dinleyelim mi ? Ne dersiniz?
İçlerinde ilk dinlediğimde hüngür hüngür ağladığım bir şarkı var. İpucu yazının başında..
 ...

''Ne alınır ne satılır
Para yerlerde sürünür
Geçtikçe şu günler, anladıkça hayatı
Birçok şeyin değeri
Küçüldükçe küçülür.''

...

Bu yazıyı yazarken ne dinledim:  Sizce sevgili okur?

15 Mart 2012 Perşembe

Kar-postal

Bu yıl kış usandırdı değil mi?
Hadi ona bir mektup yazalım, kart atalım :)

''Sevgili ve Sayın  Kış,
Hadi kış kış !.. ''

:)

...

Bir kağıtla ne yapılabilir?
Şiir, roman, öykü yazılır. Resim yapılır. Origami yapılır. Yelpaze yapılır.Uçak yapılır.Kopya yazılır.:)
Mektup yazılır ki ennn sevdiklerimden zaten.
Kayık yapılır. Tuzluk- biberlik yapılır. (Ali-Veli  49-50 :) )
Ders dinlerken canın sıkılır, çiziktiriverirsin üstüne. (Ne kadar sıkıldığın o kağıttan belli olur)
Pilavı demlerken kullanırsın.. (Aman tanrım ilk akla gelenlerden biri bu..)

Bir şiir geliverdi aklıma..Baktım konu kağıttan pilava geldi, en iyisi mi şiire kulak verelim.
Aklımda kalanla da yetinmeyelim , hz.google'a soralım sevgili okur:)


''Herşey yapılabilir
Bir beyaz kağıtla
Uçak örneğin, uçurtma mesela.
Altına konulabilir
Bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
Sallanan bir masanın.
Veya şiir yazılabilir
Süresi ötekilerden kısa
Bir ömür üzerine.. Y.Erdoğan''

...

Kağıtları çok severim. Ne desem yapıyorlar. Her şekle giriyorlar..
Neler neler yapılabilir onlarla.. Renk renk kartonlarla...
Sıklıkla yer vereceğim. İşte bu da ilki.
Adı ''kar-postal'' olsun.
Bu seneki karlı kışlı pencere önündeki bir anımı donduruverdim böylece.


 Bu yazıyı yazarken ne dinledim: Pencere  Önü Çiçeği
 Bu yazıyı yazarken ne oldu: Kar yağdı kar!..Şeeey..Postaneler kaçta açılıyordu?! :)

Düşler Tarihi Müzesi. Ve İşte Karşınızda İSTANBUL OYUNCAK MÜZESİ


Bir Sunay Akın şahanesi
İstanbul Oyuncak Müzesi..
Bu güzel insan için söylenecek o kadar çok şey var ki...
Benim için, bizim için Sunay Akın'dan bahsederek başlayalım işe.

Biz müthiş bir ekiptik sevgili okur. Ayşegül Derya Selin. ADS. ''A''cele ''D''ostluk ''Se''rvisi.
Ayşegül'ün babası Erol amca, sacayak bacakları takmıştı adımızı. Birçok hikayede bu üçlüden bahsedeceğim zaman zaman
ADS diye kısaltabilirim. Şimdiden alışalım.
Dün gece, biriken gazeteleri eritiyordum da Dr. Mehmet Öz'e ait bir tanıma rastladım. F Vitamini.
İnsan hayatı için A, B, C...vs. vitaminleri önemlidir de F vitamini de önemliymiş. İnsan neler öğreniyor hayatında. ''Friends vitamin''miş efendim.. Arkadaş vitamini. İşte benim vitaminlerimin en hasıdır Ayşegül ve Selin.
Giresun'da yaşıyoruz. Liseliyiz. Yıl 2000-2001. Hayallerimiz bizden taşmış. İşte bu hayallerin kabıdır Sunay Akın şiirleri. Sayfa sayfa halidir. İlk önce ''Antik Acılar''  dikkatimizi çekiyor. Sonra ''Makiler'', ''Kaza Süsü''.  Kimse tanımıyor o zaman Sunay Akın'ı. Yüzünü görmemişiz zaten biz de. Hatta Selin kadın sanıyor. Ekranda görüyoruz sonra. Sanırım Beyaz Show programıydı.  ''Aa erkekmiş.''

Üniversiteye başlıyoruz. Her birimiz ayrı şehirlerdeyiz. ''62 Tavşanı'' çıkıyor. Telefonlaşıyoruz. ''Ben aldım sen de aldın mı? ''

İstanbul'daki ilk günlerimdi. Henüz birkaç ay olmuş geleli. Bir o kadar da yabancıyım İstanbul'a.  Yer: CNR fuar alanı. Aylardan aralık. Sunay Akın'ın  o gün orada olduğunu bilmeden gitmişim. Vee artık benim imzalı bir kitabım var. ''Onlar Hep Oradaydı'' . Oracık da bütün hikayemi anlatacak kadar heyecanlıyım.
Çınar Yayınları'ndan çıkıyor kitapları o zaman. Kapaklarını da çok sevdiğim bir yayınevidir Çınar Yayınları. Başka  ADS keşifleri  olan Akgün Akova ve Düş Hekimi Yalçın Ergir'in kitapları da bu yayınevinden çıkar.
Kapakları da harikadır. (Kapak bence çok çok önemli)

Bloğumun kuruluşu 14 Mart'a denk gelmemiş olsaydı ilk yazılarım bu üç efsane yazarla ilgili olacaktı. Yine de ilk yazılarımdan olduğu için onların uğurlarına inanıyorum. Nedir bu yazarın ortak özellikleri ?
Hayal kurmanın ''boş iş'' olarak tanımlandığı  bir ülkede, hayallerini gerçekleştirmiş olmaları. Çocukları çok sevmeleri, önemsemeleri. Masal kahramanı olmaları. Sözcüklerle resim yapmaları.

...

Derken takvimler 23 Nisan 2005'i gösterir. Düşler tarihi için çok çok önemli bir gün.
İstanbul Oyuncak Müzesi kuruluyor.
İstanbul'un nadide semtlerinden Göztepe'de, kocaman apartmanlar arasında bir konak. Kapısında konağın boyunca ''İstanbul'da Bir Zürafa''. Değerli bir muhitte olan bu konağı müteahhite verip, apartman dairelerine sahip olmayı ''akıl edememiş'' (!) , çocuk kalpli insan Sunay Akın.

Aslı astarı, bilimsel bir dayanağı var mıdır bilmem. Gökyüzüne bakarsınız, yıldızı bolsa, hava yarın güneşli olacaktır. O güzelim konak, müze haliyle, o koca koca apartmanların arasında gökyüzündeki tek yıldız gibi. ''Yarınlarımız'' güneşli olabilir sayesinde, aydınlık olabilir. Hayal kurmanın önemini hatırlatır bize çünkü.
Hayal gücü pek çok şeyden önemlidir. Sunay Akın kitaplarında da programlarında da sık sık şundan bahseder. ''İnsanoğlu Ay'a gitmeden bunun oyuncağını yapmış.  Ay'a onlar değil de biz mi gidecektik?''

İstanbul Oyuncak Müzesi'ni görmek için mutlaka zaman ayırın.
Elimde birçok fotoğraf var daha önceden çektiğim. Ama içlerinden sadece birini yayınlayacağım.
''Bir tahta at''.
Müzenin tavan arasında bu at.
Daha önceden hikayesini bildiğim için, tahta atı görünce bir gülümsemedir yayıldı yüzümde.
Efendim bu düşler mekanının ilk oyuncağıdır bu tahta at. Sunay Akın, eşi Belgin hanıma gösterir bu güzelim tahta atı. Müze artık kurulmuştur. Önce düşlerde..Sonrası malum...

Düşlerine sahip çık sevgili okur. Çoğalt onları!..

http://www.istanbuloyuncakmuzesi.com/





Bu yazıyı yazarken ne dinledim: Fuat Saka - Seçmeler 1.
:)


14 Mart 2012 Çarşamba

Laşatemikantare!..

İşte yayınlanmış ilk gezi yazım. Ekonometri dergisinin bir eki olan Girişimci Kadın'da yayınlandı.  http://www.dijimecmua.com/ adresinden de Girişimci Kadın adıyla aratarak bulabilirsiniz.

Ayrıca tur şirketimizin reklamını yapmadan da geçemeyeceğim.
Giresun'un yüz akı olan bu firmanın adı Tabya Tur.  http://www.tabyatur.com/ adresini mutlaka ziyaret ediniz.Firma sahibi Melike & Osman TUNCER çiftinin emeklerine ve yüreklerine sağlık diyorum.
Tabii tur rehberimiz sayın Cem Soykut'a da sonsuz teşekkürler.
Şimdi birlikte gezelim...




Merhaba
Pasaport kontrolünün hemen ardından gezi notlarımı okuyabilirsiniz:). Yeşil-beyaz-kırmızı çiçeklerle balkonları süslü bir yazı!..
Cappuccinolarımız da hazırsa başlayalım.
Güzel gezimize Pompei turuyla başlıyoruz. Pompei, dünyanın en eski antik kentlerinden biri, Napoli'ye bağlı. Toplam alanı 66 hektar. M.Ö.8. yy.a dek dayanan ve 1748'te başlayan kazılarla üçte biri gün yüzüne çıkan bu kentin, gördüğüm kadarıyla bile, günümüz Türkiye'sinin şehircilik anlayışına fark atabileciğini söyleyebilirim. Eskiden bir liman kenti olan Pompei, şu an deniz seviyesinden 2km yukarıda. M.S. 24 Ağustos 79'da Vezüv Yanardağı patlıyor ve lavların çıkardığı küller Pompei'nin üstüne yağıyor .20.000 nüfuslu şehirde, kendine çok güvenen ve Pompei'ye gönülden bağlı 2000 Pompeili ölüyor. Bu kişiler patlama sırasında ne iş yapıyorlarsa o şekilde kalıyorlar. Atölyesinde çalışırken patlamaya yakalanmış ve tezgahın üzerinde yatan Pompeiliyi görünce hayrete düşmemek imkansız. Sanki patlama çok yakında olmuş gibi. Pompei'de hayat hala akıyor sanki. Burası önemli bir ticaret ve zevk-i sefa kenti. Zeytinyağı ve şarap üretimi için tüccarların gözdesi bir kentmiş. Patlamanın burada süre gelen ahlaksızlar sonuncunda meydana geldiğine inanılmakta. Zenginlik, Pompei'de de başa bela. 3000 metrekare büyüklüğünde bir ev gördük. Antrede bir havuz var.Tavan açık. Yağmur sularının daha sonra içme suyu olarak kullanılması için yaptırılmış. Kimi evlerden dükkanlara geçiş var. Pompei'nin fırınlarından evlere ekmek servisi yapılıyormuş. Harika şarap evleri ve akıl almaz güzellikte hamamları var. Hamamdan çıkanların doğruca şarap evlerine gittiği söyleniyor. Zenginlik ve zevk-i sefa içinde yaşayan Pompeililerin maalesef ömürleri pek uzun değil. Kadınlar en fazla 29, erkekler ise en fazla 40 yaşına dek yaşamışlar. Sebebiyse içme suyunun kurşun borularla dağıtılması. Kadınlar kısa boylu ; fakat çok güzellermiş. Bu konuda ikna oldum çünkü burada bir geneleve giriverdik. Taş yataklar küçücüktü. Neredeyse hiç etkilenmemişti patlamadan burası . Vaktiyle 25 tane olan genelevlerden biriydi. Kadınlar burada uluyarak kendilerini belli ediyorlarmış. Erkekler tek sıra halinde teker teker içeri alınıyor ve içeri girdiklerinde tıpkı bir restoran menüsünden seçer gibi, duvardaki menüden istiyorlarmış. Pompei'de her şey ama her şey düşünülmüş. Caddelerin parke taşları arasında küçük kırık aytaşları var. Dolunayda yollar aydınlanıyormuş . Aynı gece otelimizin penceresinden baktım da Pompei ışıklar içinde olmalıydı.
Sırada anlatmak için sabırsızlandığım, İtalya'nın yaramaz çocuğu Napoli. Burası için ''Napoli'yi gör, sonra öl'' deniyormuş. Yani Napoli'yi görmeden ölme. Bence Floransa için denilse daha doğru. Burası İtalya'nın 3.büyük ve ülkede en çok ziyaret edilen 5.kenti. Burayı biraz İzmir'e biraz Karaköy'e benzettim. Napoli'yi mafya idare ediyor. Napoliler duymasın ama pek sevilmiyorlarmış da italya'da. Güzel olmasına güzel ama sanki şehir daha çok arka sokak tedirginliği yaşatıyor insana. Zaten kaçak yaşamayı ve macerayı da seviyorlarmış. Kurallara uyan yok gibi birşey. Sokakta vuruk olmayan araba görmek imkansız. Sinyal vermiyor ve kask takmıyolar. Trafik cezalarından polisinin gözüne baka baka yırtar, otobüslere biletsiz binerlermiş. Polis de zaten uğraşmıyormuş onlarla. Balkonda çamaşırı da bir tek burada görüyoruz. Kendine özgü bir şehir burası.
Pizza Napoli'de doğmuş. Pizza ve esspressonun en güzelini Napoli'de tadabilirsiniz dedi rehberimiz; ancak buna fırsatımız olmadı. Sizin aklınızda bulunsun derim.
Bir Napolili önce Napolili sonra İtalyanım dermiş. Ve sıkı durun türklere de kardeşim diyorlarmış. Trafikte emniyet kemeri resmi baskılı beyaz tişörtler giymeleri sanırım kardeş olabileceğimizi kanıtlar. Aman tanrım bu tişört nasıl da biz türklerin aklına gelmez.
Dünya'nın en küçük devleti neresidir? Vatikan, Roma'da şehrinde bulunan ve hristiyanlığın katolik mezhebinin yönetim merkezi olan bir devlet. Hem bir şehir hem bir ülke. Burası dünyanın en yüzölçümü bakımından en küçük ülkesi belki ama tüm dünyayı etkileyecek kararlar da burada alınıyor. Kendine ait radyo kanalı, postanesi, kütüphanesi vs. var. Devlet başkanı Papa. Uzun kuyruklar sonucundan x-ray'den geçerek bu büyülü şehre adımınızı atarak St.Pietro Katedrali'nin içine giriyorsunuz. Burayı gezebilmek için şort, kısa etek,kolları açıkta bırakacak şekilde giyinmiş olmamalısınız. Dünyanın her yerinden turist grupları var. Biz de grup olarak en fazla burada kaybolmaktan korktuk sanırım. İçeride hem sessiz olmalısınız hem fotoğraf çekmelisiniz hem de rehberinizi dinlemeli hem de kaybolmamalısınız. Sanırım en büyük sınavı burada verdik. Vatikan duvarların sütunların arasında bir şehir. Kolonların üzerindeki heykellerde ermiş ve peygamberler simgeleniyor. 288 kolon, 144 heykel var. Meydanın genişliği 240 metre. Vatikan'da ayinler latince yapılıyor.
Tarihi mi seversiniz? Konstantin'in kafasında ikinci bir İstanbul yaramak var. Ve işte karşınızda ROMA. Bütün yollar Roma'ya mı çıkıyor? Roma şehrinin 36 giriş yolu var. Bu da bu sözü doğrular nitelikte. Çeşmeler, heykeller o kadar çok ve zamanını yaşatıyor ki size, sanki bir yerden Neron çıkıp geliverecekmiş gibi. Roma sokaklarında her an bir dönem filminin içindesiniz gibi. Her şey yerli yerinde. Roma'da eski binaları yıkamıyor, ancak yenileyebiliyorsunuz. (İstanbul'a daha çok acıyor insan bunları duydukça.) E hal böyle olunca 5 milyonluk Roma'ya her yıl 26 milyon turist geliyor. Balkonları, özellikle Roma'da ve müzik festivaliyle ünlü San Remo'da çiçekli görebilirsiniz. Romalılar rahat, geniş ve sıcak insanlar. İtalya'da devlet daireleri 13.00ten sonra kapalı. Dükkanlar da 13.00-16.00 arası kapalı.
Roma'yı yürüyerek gezmek mümkün. Ancak çantanıza dikkat etmelisiniz. Napoli'nin adı çıkmış diyesi geliyor insanın; ama Roma'da hırsızlık meşhur ve ustaca. Özellikle metroya dikkat etmeli. Çok şükür metroda bir şey olmadı ; ancak daha emniyetli görünen, üstelik kameralar da bulunan otelimizin kahvaltı salonunda, maalesef grubumuzdan bir hanımın çantasını kapıverdiler. İnsanlar o kadar normal karşılıyorlar ki otel yönetimi ilgilenmedi bile. Metroyla Roma'nın simgelerinden Colosseo, bizim bildiğimiz adıyla Colosseum'a geldik. Colosseum heykelli sütunlar demek. Toplam kapasitesi 80.000 kişi olan bu arena, spor ve tiyatro gösterileri için yapılmış olsa da gladyatör dövüşlerine tahsis olmuş zamanla.
Roma'yı çok sevdik ve tekrar gelmek istiyoruz. O zaman doğru Trevi Çeşmesi'ne. Roma'daki 300'e yakın çeşmeden en ünlüsü. Sırtımızı çeşmeye dönüp sağ başparmağımızın üstüne koyduğumuz madeni parayı , sol omzumuzun üstünden çeşmeye atıyoruz. Roma'ya tekrar gelebilmek için bu. Çeşme daha çok Aşk Çeşmesi adıyla anılıyor. Sebebi de burada çekilmiş aşk filmleri. Buradan yürüyerek sanatçılarla dolu Navona meydanındaki şık kafe restoranlarda pizza ve makarna yiyebilirsiniz. Roma dondurmasını çok sevdiğimi söyleyemem. Bence iştahınızı Floransa'ya saklayın. İspanyol Merdivenleri de dünyanın belki de en meşhur merdivenleri. Adını , yakınındaki İspanyol Büyükelçiliğinden almış. Herkes basamaklara oturmuş fotoğraf çektiriyor. Kimileri gitar çalıyor. Roma 'da hayat, çeşmelerindeki su gibi sürekli akıp gidiyor.
İtalya'nın Toscana bölgesine yolculuk zamanı. Roma'da, Vatikan'da, Venedik'te neyle karşılaşacağınızı biliyorsunuz belki ama Floransa'da fazlasını bulmak mümkün. Öncelikle Michalangelo tepesinde bir fotoğrafımız olmalı. Bu tepedeki görüntüyü size aktarabilmem pek zor olacak. Yeni bir yer gördüğümde ister istemez İstanbul'la kıyaslarım. ''Ama İstanbul gibisi yok '' la biter bu kıyaslamalarım. Beni en çok zorlayan kıyaslama burada oldu diyebilirim. Floransa ilk görüşte aşk gibi. Birkaç saat gezdikten sonra da Floransalıymışım hissine kapılıverdim. Sanatı seviyorsanız Floransa'ya hoşgeldiniz. Rönesans burada doğuyor. Kentin simgesi mor menekşe. Bir çiçek gibi açılıp gelişmek anlamında mor menekşeyi Floransa'yla özdeşleştirmişler . 500.000 nüfuslu şehrin ortasından Arno nehri geçiyor. Michalangelo ve Leonardo Da Vinci şehrin, kesinlikle asıl sahipleri. Ve meşhur Medici ailesi. Yerel ve zengin bir aile olan bu aile, 400 yıl Floransa'yı yönetmiş. Şehrin sanat hayatına olumlu katkılarda bulunmuşlar.Malvarlıklarını sanata özgülemişler. Ancak bu aileyi Floransalılar pek sevmiyor. Michalangelo ve Leonarda kiliseye karşılar. Kilisenin halkı gerçek hayattan uzaklaştırdığını ve insanlara, yerine getiremeyecekleri yükler yüklediklerini savunuyorlar. Tepki çekmek için de Michalangelo çıplak Davud heykelleri yapıyor. Bu heykelin hem orijinali hem de kopyaları var. Şehrin simgelerinden biri de Davud heykeli. Floransa'nın Duomo Katedrali Santa Maria Del Fiore de oldukça görkemli bir yapı. Buradaki vaftizhane ve 3 kapısından biri olan cennet kapısı da görülmeye değer. Buradan yürüyerek ulaşabileceğiniz harika bir restoran biliyorum. Osteria Dell Agnolo. Tiramisu bu restoranda icat olmuş. Pek de lezzetli. Üstelik günlerdir pizza ve makarna yemekten bıkmışsanız, burada sebze çorbası yiyebilirsiniz. Floransa'dan ayrılmak zor olacak ; ama şimdi San Gimignano,Siena ve Pisa'ya gidiyoruz. Bakalım kule yıkılmış mı?
Hala Toscana bölgesindeyiz. Çevre bilimcilere göre burada yeşilin 600 çeşit tonu var. Burası üzüm ve zeytinyağı için önemli bir bölge. İtalya'da iyi zeytinden yağ yapılıyor. Yediğiniz zeytinler pek tatsız. Zaten kahvaltıda italyanlar zeytin yemiyorlar. San Gimignano Siena'ya bağlı bir ortaçağ kasabası. Denizden 325 metre uzaktayız. Buraya Ortaçağ'ın Manhattan'ı deniyor. Şu an yalnızca 7800 kişi yaşamakta. Her şey ilk günkü gibi. Eminim bu 7800 kişinin içinde bir türk yok. Zira rezidanslar,toplu konutlar mazallah... Sadece doğalgaz gelince şehre küçük ve zorunlu bir tahribat olmuş.
Sevgili Pisa Kulesi yetişebildim, şükür düşmemişsin. Ancak eğik olmasan seni görmeye kim gelirdi bilemiyorum. Daha güzel yerler gördüğümüzü itiraf etmeliyim. Pisa Kulesi de İtalya'nın simgelerinden, görmeden gitmek olmaz. Tarih boyunca Floransa ve Pisa arasında hep düşmanlık olmuş. Ben, tabii ki Floransa'yı tutuyorum. Hatta Floransalılar ''Kapının eşiğinde bir Pisalı olmasındansa, evin içinde bir ölü olmasını tercih ederim'' diyorlarmış. Floransa Toscana bölgesinin tam ortasında. Pisa bir liman kentiymiş; şimsiyse denizden uzak. Vaftizhane, kilise ve kule birarada. Yılda 12 milyon turist sadece Pisa'ya geliyormuş. Pisa aynı zamanda bir üniversite kenti. Kulenin yapımında ilk üç kat çıkıldıktan sonra kule eğilmeye başlamış. Yumuşak ve kaygan bir zemin olduğu için bu eğilme. Eğim nispeten durdurulmuş. Kulenin etrafındaki ziyaretçilerin de elleriyle kuleyi düzeltme(!) çabalarını da unutmamalı tabii.
Biraz da romantizm zamanı. Karayla ilgisi olmayan güzel şehir Venedik. Burası bir deniz cumhuriyeti. Vapurettolarla kısa bir yolcuğun ardından Venedik'e ulaşıyoruz. Şehir karadan 4,5 km uzaklıktaki. 160 kanal ve 440 köprüsü var. 118 adasından büyük 8 ada üstüne kurulu. Kanallardaki suyun en fazla yüksekliği 2-3 metre kadar. Yılda 15 milyon turist burayı ziyaret ediyor. Tadilat halinde gördüğümüz İşkence Köprüsü en bilindik köprüsü. San Marco Meydanı'nda çan sesleri, sanki dar sokaklara dağılmak için bir işaret. Sokaklar dar ve labirent gibi. Okları takip ederek San Marco'yu bulmak mümkün. Venedik'te Murano Adası'nda yapılan cam takı ve objeler meşhur. Gondollar ve maskeler en önemli iki simge. Şiir gibi bir şehir. Canlı heykelleri en çok burada gördüm. Sokak müzisyenlerini de. Dilinize bir şarkı dolanmadan yürümek zor gibi. Ancak diğer şehirlerine göre İtalya'nın, daha pahalı. Şehri her an su basabilir. Bunun için yer yer hazırlanmış platformlar sokak ortasında durmakta. Gerektiğinde hemen dizebilmek için. Gondollar da kısa seyahat için birazcık pahalı olsa da binmeden dönmeyin. Gondolcudan bir de şarkı söylemesini isterseniz ayrıca para istiyormuş.
.Birinci önceliğiniz o şehirle ilgili yapılması gereken şeylerin yapılması olsun. Bizim oralarda bir benzetme vardır. Örneğin İstanbul'da hakkıyla gezip tozmuşsanız bu gezmeniz için ''İstanbul'u ayağına giymiş'' denir. Siz de ÇİZMEyi ayağınıza giyin.:)
İtalya ne bir haftaya ne de satırlara sığacak gibi. Mutlaka görün derim. Sevgiyle kalın CIAO!.. (çav)










Bugün yılbaşı !

Merhabalar sevgili okur,
Uzun zamandır bir blog yazma niyetindeyim. Yaklaşık 6 aydır adım da hazırdı.
Niye ''Derya'nın B Planı'', zaman içinde anlamını bulur diye umuyorum...

Ve işte ilk yazım.
Özellikle bugün olmalı. Çünkü  bugün yılbaşı !!!
Nasıl mı? Memleketim Giresun'da 14 Mart, halk takvimine göre 1 Mart sayılır. Çocukken anneannem ''Bugün martın biri '' derdi de bir anlam veremezdim. Sonra da üst katında oturan bizim zilimizi çalar, kardeşimi ve beni erken saatte uyandırır ''Kimse gelmeden gelin hadi'' derdi. Kapıdan içeri de girmemiz gerekirdi. Bize çikolata ikram ederdi. Derin de bir ''ohh'' çekerdi.
Bütün bunlar anneannemin 1 yıl boyunca (bir dahaki 14 Marta'a dek) yılının bereketli geçmesi içindi.
Bu rum kökenli bir Giresun adeti. Adına da ''mart bozma'' deniliyor. Ev halkı dışından birinin , o sabah eve kimse gelmeden kapıdan içeri girmesi gerekir. Giresun'da o sabah bir telaştır gider. Tıpkı anneanneminki gibi...Çünkü kişinin ayağı denenir. ''Ooo başıma şu şu işler gelmişti. Kesin falancanın ayağından.'' :)
Örneğin lisedeyken can arkadaşım Ayşegül'ün annesi  Mürşideciğim ayağımı denemiş de ondan sonraki seneler de özel istek üstüne gidiverdim. Çok çok iyi gelmişim :) (Ehem ehem sevgili okur :) )
Kimse gelmeyecekse de kendiniz çıkar; ekmek, şeker, su alır evinize girersiniz. Denizden eve su da taşınırmış güzel memleketimde. Eve serpiştirilirmiş deniz suyu. Giresun'un apartmanlara teslim olmadığı zamana aitti sanırım. Acaba yarın Kadıköy iskelesine inip, apartman katı için denesem mi? Bilemedim...
Bütün bunlar bereket için...

   Ha bir de  ''Çoban tekerlemesi'' davası var. Bünyamin Sürmeli yokken, meteoroloji anlık haber vermezken çoban tekerlemesi vardı sevgili okur. :) Çoban tekerlemesi de 12 gün boyunca tutulacak bir hava tahmin raporudur denebilir. Üstelik 12 günde 1 yıllık.. Tamam sırrını vereceğim. :) 1 Mart'ta hava nasıl geçerse 2012 mart ayında havalar öyle geçecektir. Tamı tamına not edilmelidir. Öğlene kadar nasılsa hava, mart ayının ilk günlerinde öyle geçer gibi. Şubat 2013'e kadar gelirsiniz böylece çoban tekerlemesinde.

  Benim bloğuma da bereket getirmesi açısından ilk yazım için bugünü seçtim.
Hem size de uğur getirsin. Bakalım  bloğumun ilk ziyaretini kim yapacak? Daha doğrusu ilk kaydı... Ayağı denenecektir ona göre..;-) Çikolata pasta benden bu ilk özel misafirime...
Yeni yılınız kutlu olsun!..Bereketle, sağlıkla, huzurla...

''Yapraklara dallara, yeşillere allara..Nice nice yıllara''


Not: Ben sanırım pudra şekeri alacağım yarın..:) Sevgiler