31 Mayıs 2012 Perşembe

İşte İlk Klibim Yayında



Sevgili okur,
İşte ilk klibim ..Yukarıda.
Görmediniz mi?
:((
Hani şu magazin programlarındaki  ''Falanca ünlü evlendi.'' haberleri gibi oldu sanki.
Bir bakıyorsunuz ki , falanca ünlü aslında ev satın almış.. O hesap..
Benim klip de , bugün gelen papatyalarımı vazoya koyarken , bir taneciğinin başı öne eğilince çıkıverdi.
Pek sevdiğim bir Ezginin  Günlüğü şarkısıdır. Sözleri sadece bu kadarcık.
E daha ne olsun?!..
Klibimizin  sanat yönetmeni Ciddik Kuşu . Kostüm sorumlusu sevgili arkadaşım Aylin. Ve kullandığımız stüdyo Instagram :)  Türk müzik tarihinin ilk fotoklibiiii..
Yalnız şarkının bi kısmını  papatyacığım kapatıvermiş.. Montajda atarız dedik , olmadı..
Hay bin yaprak!..
...

Şu klip hikayesine fazlaca kaptırıverdim.
Dönelim konumuza..

Ben  mesela gülü sevmem.
Gül de bana bayılmaz.
Papatyayı pek severim.
O da bana karşı boş değildir.
Gül sanki zorlamadır.
Papatya samimidir, yakındır. ( ''Candır'' demem korkma sevgili okur )
''Gülün ömrü az olur.''
Sanki papatyanın çoktur.
Gülden fal bakılmaz
Papatyadan bakılır.
''Sevmiyor'' çıkıyorsa , yine bakılır
Gülden o da olmaz.
Gülden Karaböcektir
Papatya değildir
Gül, gülerim
Papatya , daha çok gülerim
Ben papatyayı severim.
O kadar !..


...

''Yedi kat yerin altından örgütlenip
Takılıverdim
Saçının arasına !.. ''

...

Bu yazıyı yazarken ne dinledim?



Not: Şu dünyada seçtiğim ilk arkadaşım olan Aylin'e , papatyalarım ve pek çok şey  için  :) teşekkür ederim :)

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Yesin Onu Nenesi









Sevgili okur nasılsın?
Her şey yolunda mı?  Yarın yeni bir hafta başlıyor. Hazır mısın?
Gömlekler ütülendi mi ? Çocukların beslenmesi hazır mı mesela?
Haftasonu dinlenebildin mi ? Giresunlu okurum kıymalısını, yağlısını yedi mi ?
Bir koşuşturmacadır  gitti mi ? Her şey hala mı aynı?
Geçen haftadan farklı neler olabilir bu hafta mesela ? Düşündün mü ?

...

Hadi o zaman  planıma ortak ol sevgili okur.
Zor yazılarımdan birini yazmak üzereyim.
Bu kez öznesi belli , nesnesi belli , toplaması zor cümleleri.
Yaşasaydı bugün doğumgünüydü. (27 Mayıs 1930)
Belki de okuyor.. Bu hafta Endonezya, Güney Kore'den de  tıklanmışım.
Derya'nın  B Planı şimdi de cennette..
Kim bilir?
:)
...

Anneanne bir değişik kavram, kişi, figür.
Yaya, nine, grandma vesaire ;  amanın en güzeli yine bizimkisi !
Anneanne sanki anne kere anne, katmerli anne.

...

Benim anneannem terzidir, bir ayağıyla beşik sallayıp , bir ayağıyla dikiş makinesi çalıştıran cinsinden.
Bir gecede manto dikebilir.  Giresun'da birçok hanımın gelinliği, nişanlığına eli değmiştir.
Yokluk, hep insanı yaratıcı kılar ya, gelinliklere iç çamaşırı bile dikiyormuş, mayo yokken deniz elbiseleri de.
Benim de bir barbi bebeğime dikmişti gelinlik eski bir perdeden, astarı güneşlikten :)
Bir görmesi yeterliydi uydurup , vücuda getirebilmesi için dikeceği şeyi.

Geri dönüşüm, kavram olarak ortada yokken o çıkarmıştı piyasaya. Ekmek sarılan saman kağıtlarından defter dikiyordu bana. Bütün mahallenin gazetesi, kartonu onda toplanıyordu. Çuvallara kağıtları  istifler, bir de tutmak için artık kumaşlardan sap yapardı çuvallara.
Akıl küpüydü akıl.
''Falanca niye gelmiş anneanne? ''
''Akıl almaya gelmiş. ''
Sohbeti de iyiydi sonra. Her ayın son salısı misafir günüydü. Dolup taşardı misafiri. Ayten teyze gelecekse , peynirli olmazdı börek. Sevmezdi Ayten teyze peyniri.
Annemle teyzem hazırlardı ikramları. Talimatlar ''Gız gızım '' tonunda verilirdi.

Düz yazı okumayı çok sevmezdi Emin Çölaşan dışında. Eminim şimdi olsa, Yılmaz Özdil'in bir numaralı okuru olacaktı. Hacıhüseyin'e  (doğup büyüyüp ölene dek yaşadığı mahallesi ) hakim olduğu köşe koltuğunda , güne Çölaşan'ı okuyarak başlardı.
Alt katımızda otururdu anneannem.

''Günaydın anneanne.''
''Bugün Çölaşan'ı okudunuz mu? Ne güzel yazmış ! ''

İki değişmez lafından biriydi. '' Bugün Çölaşan'ı okudunuz mu ? '' :)
Bir diğeri için ''Gız gızım sırf sizin için yaptım tereyağından . ''
O da , kardeşim ve ben ''Yaa yemiceee'm'' dediğimizde.
Harika yemek pişirdiğini ve şu an aynı kokuları dünyanın neresinde olursa olsun tanıyabileceğimi söylerim içim buruk.


İşi gücü matematikti. Bir Kelime Bir İşlem'de matematik kısmını tercih ederdi. Denklem bilmemesine rağmen,ortaokula kadar okumuş anneannem, matematik problemlerinde de zorlanmazdı. Matematik zekasının  terzilikte işine yaradığını düşünmüşümdür hep. Çizgiler örneğin hep devam ederdi gövdeden kola :) ''Muntazam'' olmalıydı .
Ütü yapmayı seven tanıdığım tek kadındı.
Olacak iş değil!..

...

Sivil toplumcu kavramı yokken , anneannem yine ortada. Bilumum dernekler, etkinlikler, toplanmalar.
Hasta Beşiktaşlı, hasta Giresunsporlu ve  hasta  CHP'li.
Maçsa yeşil- beyaz kazaklar örülmüş en önde, seçim varsa şehre gelemeyecek köylüye cebinden taksi parası verip oy vermeye getirten  yine anneannem.

Gezmeyi de severdi çok, dedemin aksine. '' Sen Hacıhüseyin'i bekle '' derdi dedeme.  Yurtiçi , dışı gezerdi dernek ve okullarla. Şu güzelliğe, anlayışa, uyuma bak. Günümüzdeki ilişkilere bakıyorum da.. Ne varsa eskilerde var sevgili okur.

Hazır cevap biri sonra. Yine bir gezi sırasında, o zaman ilkokuldaki teyzemi yanında yatırmak istiyor. Otel de tabii bir yatak daha kiralayacak ''Ağır gelirsiniz bir yatağa'' diyor adam. Oysa toplasan ikisi 60 kilo yok.
''Kilolu biri gelince ikiye mi bölüp yatırıyorsunuz ?'' diyor adama, gonuşuklarını sevdiğim.

Yine bir gün de Ankara'daki doktorunun verdiği ilaç bitivermiş de Giresun'da yazdıracak. Giresun'daki doktor '' Ondan yok bunlar bunlar var.  Bunlardan vereyim'' deyince, '' Siz elinizdeki listeyi verin, biz ona göre hasta olalım . '' diyor, beyninin kıvrımlarına kurban olduğum kadınım.

...

Ne canlandı, kim canlandı gözünüzün önünde bilmiyorum.
''Sevgi dolu bir dünyam var. Dört yanımda tüm insanlar.''  yardımcı olmalı size , sevgili okur.
Eminim sonradan, şunu şunu da ekleseymişim diyeceğim bu yazı için.
Dolu dolu bir hayatı , şuracığa sığdırmak amma zormuş.
Onun torunu olmak pek güzel(di).
Hala da güzel. Kattıklarına bakarsam, hala aramızda, yanı başımda.
Özetle Neclacığım 82 yaşında!..
...

Bir kocası, iki kızı, iki damadı, iki de torunu vardı.
Kardeşim ve bana olan aşkı başka tabii.
Bir gün di'li geçmiş zamanda birşeyler yazacağım hiiiç aklıma gelmezdi anneannem  için.
Bunları niye yazdım ? Ona bu kadar açıklıkla bahsetmemişimdir kendisinden, sevgimden. Bilsin  istedim.
''Göçüp gitmeyecekmişiz gibi yaşamamalı'' yı  anımsatmak istedim.
''Sevgileri yarınlara bırakmayalım'' istedim.

Bizler iyiyiz Neclacığım. Çok şükür.
Bacıcağızların Günseli ve Sengül teyzeler de seni anıyorlar güzellikle
Giresunspor küme düştü. Beşiktaş'ın hali harap. CHP' yi sorma.
Atatürk'ün Türkiye'si de .. Hiç karıştırma..
Gençliğe güvenirdin sen.
Başka çare yok.

...

Seni çoook seviyorum..
Haydi iyi uykular

...


Sevdiğin ve benim hatırladığım üç şarkıyı gönderiyorum sana.
Youtube yasaklanmadı inşallah orada. Buradakinin icabına bakmışlardı da bi ara. O, ''Hiç  karıştırma'' dediğim  konudan.. :)

                                   

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Sayılı Şarkılar






















Sevgili okur merhaba,
Bu gece ne yazsam , ne paylaşsam  diye düşünürken bu vakit oldu. 
Aklımdan neler geçti bilseniz? Roma hukukundan başlayıp , Gülen Gözler filmine uzanan bir hikaye bile mevcuttu. Şimdilik rafa kaldırdım hepsini. Elbet hepsine sıra gelecek. 
...

Sayılı şarkılar başlığını görünce kimbilir neler geçti aklınızdan?
Sayılı güzellikte şarkılar mı ? Sayılı gariplikte şarkılar mı? 
Aklınızdan geçmeyeni paylaşalım o vakit..
Efendim, bundan birkaç sene önce, okullar yeni açılmış, ben Giresun'dayım yengem İstanbul'da, telefon etti bana ''Derya , Erdal' a (O zaman yaş 8)  ödev vermiş öğretmen. İçinde sayı geçen şarkıları yazın.'' 
Ne yaratıcı insanlar var şu dünyada , hayranım. Verilen ödeve de bak.. 
Neyse eğlence çıktı.
Eminim sınıfın yarısı, ''Sağ elimde beş parmak, sol elimde beş parmak say bak say bak saaay bak'' tan öteye gidemedi. Ama bakın bizden neler çıktı?

...

Efendim ben ramazanı pek severim. Pideden ve sahurdan ötürü. Öteden beri, gecenin bir saati insanların toplanması, muhabbet etmesi , bir şeyler yemesi hoşuma gider. (Bkz. Yıllar sonraki yansımaları : Taksim- Kızılkayalar- Bambi ) İşin hengamındayım özetle , Allah herkesin ibadetini kabul etsin, o ayrı. 
Bu ödevin verildiği zaman da ramazandı. 
Ben de teyzemde kalıyorum, sırf onlarda gece sahura kalkma adeti var diye. 
Bu ödevi de sahurda yatırdım masaya. 
Teyzemin eşi, şu hayatta bir insanın tanıyabileceği en değişik insan olabilir. Kendisinden zaman içerisinde bahsedilecektir. Uykudan yeni kalkmış teyze, enişte ve  hacıyatmaz ben , bakın neler bulduk. 
(Listesini tutmuşum)
 Deryanın B Planı samimiyetle sunar .. Okula giden yavrularınızın derdine deva olan blog Derya'nın B Planı, ödev işine de el atıyor. Sayılı şarkılar.
...

Körfezdeki üç beş güzel
Saat on ikiyi vurduğu zaman 
Tabya başında üç kız yanyana
Giresun'un içinde iki sokak arası, altı kurşun attılar , üç de bıçak yarası
Bir dalda iki kiraz
Üç beş güzel biraraya gelmişler
Bir münasip zamanda , mesela saat onda
Yalvarırım mektup yaz , beş dakika ayır da
Tanrım bana üç tane, üç de yetmez beş tane, beş de yetmez yedi tane
Güzelliğin on para etmez
Hey on beşli on beşli
Dokuz tahta altında ne hesap vereceksin
Bir bahar akşamı rastladım size
Bir ilkbahar akşamı rastladım size
Bir kere sevdim diye bin pişman etme beni
Yedi kere kurşun yedim ama ölmedim
Bir fincan  olsam kırk yıl hatırım vardır
Daha onyedi onyedi onyediymiş
Bir fındığın içini
Bir taş ettım pencereye tık dedi
İndim havuz başına bir kız çıktı karşıma
Bitlis'te beş minare
Okyanus mu ki şehrin arası?
Bir teselli ver
İki keklik bir kayada ötüyor
İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız
Ben ağlarım ikimizin yerine
Bu nasıl sevgi üç kalp birarada. İki kişi seven iki defa ölürmüş. Bir kalp yalnız bir kalbi düşünürmüş.
İki kadın bir adam
İkimizin resmini çıkarsınlar yanyana.
Bu sabah 8.15 vapurunda
Bu milyonların gerçek öyküsüdür
Estergon . Yedi krala mezar olan Estergon
Bir mumdur iki mumdur üç mumdur dört mumdur ondört mumdur
Bir çok sıkıldım . İki yerim çok dar. Üç senden çok var
Bir gidene kal demem asla. İki ezdirmem kendimi aşka. Üç... :) 
Öyle ya, sen ondokuzunda koca bir kadındın. 
Saat dört yoksun. Altı, yedi, ertesi gün ...
Tam ondört saat oldu telefonum hiç çalmadı.
Yıl bin üç yüz kırk bir mevsime uydum
Ünzile insan dölü, on kardeş beşi ölü.
Otuz beşe bakla
On milyonluk şehirde yalnız kalmayı başardım
Evlerin ışıkları bir bir yanarken 
Bugün ayın onudur. 
Onuncu ayın onuncu günü , saat on buçukta yanmış mumum.
Bir sabah olsa binbir umutla
Bağlamam var üç telli borcum var beş yüz elli
Biz Çamlıca'nın üç gülüyüz.

...

Ertesi sabah , odamın kapısının önünden şu şarkıyla biri geçmekte : 
''Geleceksen erken gel, onyedi benli Şadiye.'' 

...

Bir Giresun demecesidir : Deli çok, evleri ayrı. 
Hah işte ondan..
Güzel ''bir'' gün geçirmeniz dileklerimle..
Sayılı olmasın güzel günleriniz.. Çok olsun çok!..

...

Yazıyı sonlandırırken dinlediğim şarkı : Beş dakikada bir motorunun acelesine inat...
Ellerin bu kadar mı bu kadar mı iki hüzün ...:)
...

 Bu yazıyı sonlandırırken ne dinlemişim?
 Ve ardından  başucu yapıtlardan, '' Büyükler İçin Çocuk Şarkıları''ndan  '' Sıfır Olmak ''

  
                                         
                                          

Not: Yazının başındaki görsel google aramalarla sağlanmıştır. 

18 Mayıs 2012 Cuma

Masal Da Masalmış Ha








Sevgili okur,
Epeydir sizi tanıştırmak istediğim biri var.
Gerçi kendisi epey tanınır da, olsun bu da benden olsun.

10 parmak 12 marifet biri.
Ekonomisttir, bağlama çalar, nefis türkü söyler, şiir yazar, öykü yazar, köşe yazar, kıymalı pide severler derneği genel başkanıdır,  birayı köpürtmeden bardağa dolduranlar derneği genel sekreteridir, kızlarının ve eşinin aşkıdır, Ayten teyzenin ve Kaya amcanın  halen feşer* oğludur, müthiş bir kardeştir,amcadır, dayıdır, Giresun adetleri, bilumum komiklikleri ve büyük değerlerinin bekçisidir, Mustafa Kemal'in askeridir, bokyedibaşılara geçit vermeyenler baş müdürüdür, ha bu arada bilumum kurumların müdürlüğünü de yapmıştır. İnşaatçıdır ; ''Baklava Desenli Ev'' i inşaa etmiştir.
Giresun'un her türlü hengamının tek elden idare edileceği  bir gözlemevi olsa , her daim başkanı olmayı hak edecek yegane adamdır.
Fikret'in , Ruşen'in can arkadaşıdır.. Beşiktaşlıdır, Sokakbaşılıdır.  (Uy anam yazdıkça çıkıyu.. )

Bana sorarsanız, hakiki bir masal kahramanıdır. Gerçek olamayacak kadardır çünkü. Ne çocuktur, ne büyüktür. Ne ciddidir ne değildir.  Herkesten farklı ve güzel giyinir. Bir gün evini taşırken gördüm,  eşya kamyonun başında bekliyordu, o zaman bile tiril tirildi. İşte o zaman emin oldum.  Böylesi şeyler ancak bir masal kahramanının başına gelir.
Enteresan olaylar da gelir onu bulur. Misal aklımda kalanı , caddede yürürken , önünde geçtiği dönercinin bıçağı kulak memesini zedelemiştir. Gömleğinin asıl düğmesi düşeceğine , yedek düğmesi düşmüştür falan...
(Bkz. Yalnızca benim başıma gelecek garip olaylar dizisi.. Gürsel Apo Ekmekçi)
Nefis bir ailedirler sonra. Olcay ablacığımla iki kızları, bir kedileri vardır. Minik kızları Yağmur doğunca, kedileri Bıcır'a bakamayacaklarını düşünerek bir aileye vermiş, ertesi akşam geri almış, bizleri de duygulandırmışlardır.
Kızlarının adları Çiğse ve Yağmur.. ''Giresun'da daa başka  n'oluucaadı?'' diye açıklanır.

1 Mayıs günü, beni haklı çıkaracak bir güzel gelişme oldu..
Abiler balı , bir türkü evi açtı. Bilin bakalım adı ne?
MASAL..

Sevgililerin birbirine randevu vermek için can attığı mekan : MASAL'da buluşalım sevgilim..


Adres: Gazi Caddesi
Hasan Akbulut Sok. No:1 GİRESUN

İşte böyle!..
...

Bu yazıyı okuyup da MASAL'a gitmeyenlerin başına elma melma düşmeyecek..
Gitmeyenler çok şey kaybecek..

...

Edip Cansever'e nazire :

Masal Da Masalmış Ha

Adam yaşama sevinci içinde
Masala bira şişesi açacağını koydu
Emaye tasa kavrulmuş kıymayı koydu
Soğanını doğramıştı onu koydu
Sokaktan geçen susamsız simitçinin  sesini koydu
Kale fırını simidinin de susamını koydu
Adam masala
Yeşilgiresun'la Ulus'a yazacaklarını koydu
Bilgi Yurdu'nu açacaktı işte onu koydu
Dört kere yedi yirmisekiz ederdi
Adam koydu masala yirmisekizi
Çiğsenin esprilerini koydu
Bıcır'ın mırnavını koydu
Eşinin sözlerini koydu
Yağmur bebecikti, biberonunu koydu masala
Neşesini koydu, uykusunu koydu, duygusunu koydu

Masal da masalmış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.


(Edip Cansever'in Masa Da Masaymış Ha şiirinden uyarlamadır.)

...
 *feşer : Giresunca :) yaramaz sevimli çocuk.

NOT: Abiler balı Apo abicüğüm için hazırladığım ''hayırlı olsun''  :) kartının gökyüzü, eski bir kartın içyüzeyidir. Ve kağıt kendinden  bulutludur. Kart abicüğüme ulaşmıştır. Kendinden bulutlu oluşunu eminim fark etmiştir. Bütün renklendirmeler kartondandır.

...


Bu yazıyı yazarken ne dinlemedim de kafamda gece boyunca çaldı durdu?
                                       
                                       

                                       

                                     

16 Mayıs 2012 Çarşamba

param pam pam !..





Sevgili okur , bu kez kalemi aşkla aldım elime.
Severek okuyormuşsunuz , sağolunuz.. Muchas gracias !.. (Öpücük efektli teşekkürler)
Sevil'e doğru gideceğiz.. Demem ondan..

...

Efendim, 7 Mayıs'ta izlediğim ''Bir Şölendir Opera'' serisinin son izletisi  ''Aşk Asi Bir Kuştur- Carmen '' i sizlere  aktarmak için epeydir sabırsızlanmaktayım.
3. ve son gösteri 15 Mayıs'ta Kenter Tiyatrosu'nda temsil edildi.
Telif haklarına ve sanatçıya, seyircisine saygımdan bugünü, son temsili bekledim.

Kadıköy' deki Süreyya Operası'nın tılsımlı atmosferinde izlemek ayrı bir keyif tabii.
İzletiye neredeyse 1 saat önceden gittim, yerime oturdum. Sağ tarafımdaki iki hanım, önceden izledikleri Carmen'ler üzerine kıyaslamalar yaparken, sol tarafımda oturan beyler buradan çıkınca gidecekleri tiyatro oyununa yetişip yetişemeyeceklerini konuşuyorlardı.
Aman tanrım ben hangi ülkedeyim?
Siz de şimdiden hayretler içindeyseniz , buyrun sevgili okur. Ali Poyrazoğlu anlatımıyla Carmen'den parçalar izleyelim.

...

Eski bir Yemen masalına göre,  bir gün Yağmur Tanrısının oğlu hayata küsüvermiş. Dünya işleriyle ilgilenemeyecek kadar bu duruma üzülmüş Yağmur Tanrısı. Bir kuraklıktır gitmiş yeryüzünde, Yağmur Tanrısı fırtınayı , karı, yağmuru, oğluna üzüldüğünden kesince; ekinler kurumuş, toprak çoraklaşmış, hayvanlar susuzluktan ölüvermiş, salgın hastalıklar başlamış.
Çıkmışlar tanrının huzuruna insanlar,  ''Eyy yağmur tanrısı, perişanız. Ne olur yağmur yağdır. ''
(Emel Sayın'ın Yağdır Mevlam Su şarkısına klip çekilse yeriymiş)
Yağmur Tanrısının cevabı şu olmuş: Yağmur yağdırmamı istiyorsanız, oğlumu güldürün. O zaman eski bereket yerini bulur.
İnsanlar çıkmışlar dağlara tepelere, renk veren bitkileri yüzlerine sürmüşler,  hayvan postları giymişler, kimi çiçekleri saçlarına takmışlar. Bu insanlar topluca tanrının huzuruna çıkarak , doğada duydukları sesleri taklit etmeye başlamışlar, ve hayvanları. Taşları birbirine tokuşturmuşlar. Bu gösteri Yağmur Tanrısının bunalımlı oğlunun öylesine hoşuna gitmiş ki , birden kahkahalarla gülmeye başlamış. Oğlunun mutluluğunu gören Yağmur Tanrısı gözyaşlarına boğulmuş,  yeryüzüne şakır şakır yağmur yağmış. İnsanların topluca yaptıkları bu ritüelden gösteri sanatları doğmuş.

...

Fransız yazar Merimee'nin romanından , yine fransız  besteci Bizet'in  operasını yaptığı, dünyaca ünlü eseri Carmen'in prömiyeri Paris'te Opera Komik'te 1875 temsil edilmiş. 1830'larda İspanya Sevil'de geçen hikayedeki baş kahraman , Carmen adındaki ateşli bir çingene ve tütün işçisidir. Oldukça serbest olan bu genç kadın, gönlünün istediğiyle sevişmekten çekinmez ve  ilkin bir onbaşı olan Don Jose'yi kandırır. Don Jose, Carmen uğruna önce nişanlısından ayrılır, sonra kendisinden üst rütbedeki askerlerin emirlerine karşı gelip, bir kaçakçı ekibin üyesi olur. Zamanla Carmen , Don Jose'den sıkılıp, bir boğa güreşçisi olan Escamillo ile birlikte olur. Don Jose , çılgına döner ve arenada, bıçakla Carmen'i öldürür. 4 perdelik bu eser elbette bu kadarla anlatılamayacak kadar görsellik ve müzikle örülü.
Gerisini sizin merakınıza bırakıyorum.

Pekiyi , bu operanın ilk gösteriminden sonra , Paris'te alelacele kaldırıldığını, afişlerinin indirildiğini,  eleştirmenler ve halk tarafından , ahlak dışı  ve basit bulunduğunu biliyor muydunuz?
Ve bu olayların ardından , bestecisi Bizet'nin üç ay sonra , henüz 37 yaşındayken kahrından öldüğünü. Carmen'in ,  müzikleriyle dünyada en çok izlenen ve birçok sanat dalına uyarlanan opera olduğunu da görememiştir.
Bundan çok, yine Ali Poyrazoğlu ustanın söylemesine göre , Bizet İspanya'yı görmeden bu eseri hazırlamıştır.
Aşağıda göstereceğim videolara bakınca , hayal gücü budur demekten başka birşey diyemiyor insan.
İşte Yağmur Tanrısının oğlu iyi ki bunalımlıymış, çatlasın da patlasın diyorum.

...

 Yıl 1888, aylardan aralık.  İstanbul Beyoğlu'nda 3 tane  opera var. Şu anda Ferhan Şensoy'a ait olan Ortaoyuncular- SES Tiyatrosu' na Carmen geliyor. Ancak bu bir kukla operası. İnsan boyundaki kuklaları, mum ışığında oynatıyor Mr. Holden'in opera topluluğu. İstanbul'da ne kadar zampara varsa, bıyıklarını briyantinleyen Carmen'i görmeye gidiyor. Birkaç ay boyunca İstanbul'da kalan Carmen'e, her akşam gelen birisi var. Tünel'de fotoğrafhanesi olan Onnik Efendi. Onnik Efendi,  Carmen'e aşık oluyor. Bir temsil sırasında sahneye gül atan başka bir beyefendiyi neredeyse öldürecek. Bu olaydan sonra , operanın kapısında zaptiyeler  bekliyor.  Tarih 25 Şubat 1888, Carmen'in  İstanbul'daki son gösterisi. Ertesi gün opera, gemiyle İskenderiye'ye gidecek. Gece tiyatro soyuluyor. Bir tek Carmen'in kuklası çalınmış. Zaptiyeler dosdoğru Onnik Efendinin fotoğrafhanesine gidiyorlar. Fotoğrafhanenin üst katı Onnik Efendinin evi. Onnik Efendi kukla Carmen'e beşibiryerdeyi takmış, gelinlik giydirmiş, halvet halindeler. Zaptiyeler Onnik Efendiyi karakola, kukla Carmen'i de zührevi hastalıklar hastanesine gönderiyorlar.
İnanmadınız değil mi?
Ali poyrazoğlu bu hikayeyi anlatırken 27 Şubat 1888 tarihli, İstanbul'da yayınlanan Harold ve Levan gazetelerinde yayınlandığını söyledi.
Gerek bu ülkede yaşanması, gerekse konunun AŞK olması, ''OLMAZ diye bir şey yoktur.'' dedirtiyor.

...

Hem Carmen'in hem de dünya opera tarihinin en meşhur aryasıyla bitiriyorum yazımı..


Param pam pam  ... Param pam pam
Param pam papa papa ..pam pam pam ..

''Aşk asi bir kuştur.
Onu kimse evcilleştiremez.''

...

Hayatınızdaki her şeyi aşkla yapabilme lüksüne sahip olabilmeniz temennisiyle..
Ayağınız takılırsa, düşeceğiniz AŞK olsun!..:)


...


Bu yazıyı okurken ne izlemeseniz olmaz sevgili okur?
                                       

       Meraklısına not: Yazının başlangıcındaki görsel, tarafımdan ve canson kağıtlar ve makara ipliği kullanılarak renklendirilmiştir.                    

15 Mayıs 2012 Salı

Komşu Komşu Huu

Merhaba
Kalimera

Hazırsanız, komşuya kadar gidip geleceğiz..
Dilimizde aynı şarkılar, soframızda aynı yemekler...Buzuki dinleyip, cacıki yemeğe yola koyuluyoruz.
Biraz yelinden, biraz mavisinden alalım komşunun. Haydi !..
...

Öncelikle , Yunanistan'a karayoluyla gitmenizi tavsiye ederim. Sadece Türk-Yunan kara sınırını görmek için bile değer. Yolun bir ucunda türk askeri, diğer ucunda yunan askeri. Yolun kenarındaki çizgiler kırmızı beyazken, Yunanistan tarafına geçince bu çizgiler mavi beyaz oluyor. Bayrağımızın dalgalanma sesi kulaklarımızdan silinmemişken , Yunan tarafına geçiyoruz. Sanki hava bile karışmıyor bir taraftan diğer tarafa. İnsan kendini , ilkokuldaki sosyal bilgiler dersinde hissediyor. 
Biz de gezi yazımıza başlamak için İpsala sınır kapımızdan , Yunanistan'ın Kipi sınır kapısına geliyoruz. 
...

Batı Trakya bölgesindeyiz. Dedeağaç'a hoşgeldiniz. Türkiye'den çıkınca ilk durağımız burası.  Yunanistan'daki adı Aleksandrapolis olan Dedeağaç, İpsala'ya sadece 40 km uzaklıkta. Özellikle yazın İstanbul ve Edirne'den haftasonu tatili için gelenler çok oluyormuş. Görmeden önce köyden hallice olduğunu düşündüğüm Dedeağaç'ın, şık kafe, restoran ve küçük motelleriyle bir sayfiye yerini andırdığını söylemeliyim. Tavernalar buradan başlıyor anlayacağınız. Taverna demişken, bizim tavernadan anladığımızla, yunanların taverna dedikleri şey farklı. Yunanistan'daki restoranların, en salaşından en pahalısına kadar, müzik eğlence olsun olmasın, hepsinin adı taverna.
Yol üstünde sık aralıklarla, küçük kiliseler görmeye başlayacaksınız. Bu kiliseciklerden en çok Dedeağaç'ta var. Demek ki en çok trafik kazasından ölümler burada olmuş. Hayatını trafik kazasında kaybedenlerin yakınları, bu duruma dikkat çekmek ve kaybettikleri yakınlarını  anmak için, kazanın olduğu yerlere kilisecikler yaptırmışlar. Ölüm yıldönümlerinde de bu kiliseciklerde mumlar yanıyormuş. Dilimiz, yemeğimiz, desenize bir de  derdimiz aynı komşuyla. 
...

Batı Trakya'da yolculuğa devam ediyoruz. Gümülcine (Komotini) ve İskeçe (Ksanthi) daha bizden iki şehir. Özellikle Gümülcine'de sokaklarda, doğrudan türkçe konuşuluyor. Gümülcine'de müftülük de var. Daha mütevazi, sade ancak huzurlu insanların yaşadığı yerler Gümülcine ve İskeçe. Buradaki ilk durağımız sabahın ilk ışıklarıyla girdiğimiz bir türk kahvehanesiydi. Türk televizyonu izleniyordu, çaylar demlemeydi. Hala Türkiye'deydik sanki. Yabancılık çekmeye başlamamıştık. 
Karşıdaki kahvehaneye, sabah namazını kılmış amcalar geliverdi. Sahi neredeydik biz?

...

Şimdi en sevdiğim şehre gidiyoruz,  Selanik'e. Burası yunan Makedonya bölgesi.  Thessaloniki ,Yunanistan'daki adı. Bu ad, Büyük İskender'in kız kardeşinin adından konmuş şehre. Yunanistan'ın 2. büyük şehri.
Görmek için sabırsızlandığım bir ev var orada. Bir milletin kaderinin değiştiği ev. 
Apostolu Pavlu Caddesi 75 Numara. Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün doğduğu ev.  İki kez gitmek nasip oldu. Aramızda kalsın, ilk gittiğimde bahçesinden toprak almıştım. Çalışma masamın üzerinde bir kavanozun içinde duruyor. Duygulanmamak elde değil. Ayrılmak istemeyeceksiniz. Maalesef çok da gönlünüzce gezemiyorsunuz. 15'erli gruplar halinde katları gezdiriyorlar. İnsanlar genellikle turlarla geldikleri için, bahçede, alt katlarda gruplara ayrılmış insanlar beklemede oluyorlar. Atamızın evini ''acele''yle gezmek istemese de insan, evin korunması için olması gerekenin bu olduğu da bir gerçek. Evin yanında Türk Konsolosluğu bulunmakta. Üç katlı, avlulu, eski türk mimarisine uygun yapılmış bu ev , şu an bizim Bağdat Caddesi kadar işlek bir caddenin üzerindedir. Kitaplarımızı süsleyen cumbalı görüntüsü, ara sokaktan görülmekte. O sokaktaki kafeler de trafiğe aldırış etmeden, kendini yola atıp fotoğraf çektiren türklere oldukça alışmış görünüyor. Atamızın evini görmek için mutlaka bir fırsat yaratın derim. Yoksa birşeylerin eksik kalacağından emin olabilirsiniz. Bu güzelim ev için ne söylesem eksik kalacaktır. 

Selanik, Yunanistan'ın İzmir'i denebilir. Sahili tıpkı Kordon boyuna benziyor. Tabii İzmir'dekinden  daha renkli olduğunu söylemeliyim. Benim bir şansım da, iki Selanik seyahatimin birinin ekonomik kriz öncesi olması.  İnsanların genç yaşlı demeden eğlenceye ciddi paralar harcaması dikkatimi çekmişti. Üstelik bir haftaiçi akşamıydı. Tavernalar dolup taşıyordu. Rezervasyonla gitmiştik hatta tavernaya. Aklıma gelmişken tavernalarda tabak kırmak gibi bir adet yok, ne kriz öncesi ne kriz sonrası. İkinci gidişimde ise tavernayı bizim tur ekibi doldurdu. İki masa daha vardı. Neredeyse kapılarda karşılandık. 
Komşuda ekonomik krizin etkileri tavernalardan bile belliydi. 

Selanik'in anlamı bizim için Atatürk'ün evi. Onlar için şehrin simgesi Beyaz Kule.  Osmanlı zamanında yapılmış bu kulenin mimarının Mimar Sinan olduğu da söylenmekte. Kule zamanla taş rengini almış. Hapishane ve vaftizhane olarak da kullanılmış. 
Selanik'te yürüyerek gezmek için güzergah oldukça keyifli. 
Aristotales Meydanı'da  etrafında yürümek, sokak müzisyenlerini dinlemek hoş olacaktır. Bu güzel kentten ayrılırken, aklım, kalbim hala gözbebeğimiz Atatürk'ün evinde. 

...

Başkent Atina benim için Akropolis  ve Pire Limanı dışında bir hayal kırıklığı. Burada üç gün kaldık. 
Otelimiz Syndagma Meydanı'na (Anayasa Meydanı) yakındı. Askerlerin yer değişim  gösterilerini izledik. Oradan şirin tavernalarla  dolu Plaka'ya gittik. 
Yunanistan'da olduğunuzu burada iyiden iyiye hissediyorsunuz. 
Uzoların kadehe dolma zamanı. Uzo , bizim rakının üçte bir fiyatı. Daha tatlımsı bir lezzeti var. Tavernalarda minik şişelerde geliyor uzolar. (Yazının bu kısmında ''bizim rakı daha güzeeeel'' diye haykırmak istiyorum) 
Yunanistan'da zeytinyağlar çok lezzetli. Bardağa koyun için o kadar da iddialıyım. Fiyatları da uzodan pahalı. Grek salata aldatmacasına kanıp da geleneksel bir şey tadacağınızı sanmayın. Bizim salatanın üzerinde bir koca kalıp peynir  konup, sofraya gelince adı grek salata oluyor. Zeytinyağı o kadar lezzetli ki kendinizi salatanın altında zeytinyağına ekmek banarken buluyorsunuz. Ben size deniz ürünü yemenizi tavsiye ederim. Özellikle de balık. Pire Limanı'nda yediğim levreğin tadı damağımda hala. 
Kalamar, midye sunum  usulleri bizimkinden biraz farklı. Mutlaka sorun. Garsonlar genellikle türkçe biliyorlar. 
Pire Limanında bir restorana gitmek daha maliyetli. Şartlarınız buna uygun ve zaman kısıtlıysa  , hakkınızı buradan yana kullanmanızı tavsiye ederim. Plaka'daki mekanlara İstanbul'da ya da herhangi bir ege sahil sayfiyemizde rastlamanız mümkün zira. 
  Atina'da gezmek için fazladan bir gününüz varsa, bir günlük cruise turlarına katılın. Paros, Aegena ve Hydra adalarını gezin. Beyaz taş evler, evlerin köşelerinde kediler, anforalar,  mavi ahşap sandalyeler bu adaların simgesi. Adaların Atina'ya yakınlığı İstanbul ile Prens Adalarının yakınlığı kadar. Tabii yunanlar turizm pazarlama olayında hem başarılılılar hem de Avrupa Birliği'nde olmalarının ayrıcalığı var. Tertemiz ve kendine özgü olan adalardan, kendi koşullarınızla birine gideceksiniz Hydra derim. Hem çok şirin hem de sanki yunan kültürünün bir özeti. 
   Yunanistan'da grev çok sık rastlanan bir olay. Bizim de şansımıza  liman grevi vardı. Adalara daha yakın gidebileceğimiz bir limandı bu liman. Sabah 5 'te kalkıp, daha uzakta olan bir limana gittik. Otelde kahvaltı yapamadık. Kumanya paketlerimizle kör karanlıkta otobüsümüzle yola koyulduk. Güneş, cruise turunda doğmuştu.
Epey söylenmiştik o zaman. Meğer biz şanslıymışız. Biraz uykusuz kalarak, göreceğimiz yerlerden geri kalmamıştık. 
Benden bir ay sonra Yunanistan turuna katılan bir arkadaşım Acropolis'ü göremeden geldi. Düşünsenize Yunanistan biraz da Acropolis demek ve siz grev yüzünden göremiyorsunuz.  
Kendi adıma  daha fazla zaman ayırabilmek isterdim Acropolis'e; ama arkadaşım aklıma geliyor da susuyorum.
Acropolis, yüksek şehir, uç şehir demek. Atina adını, koruyucu tanrıçası Athena'dan alıyor ya , Acropolis'te de Athena'nın farklı rollerini gösteren çeşitli heykeller var. 
Parthenon, Acropolis'in  ana tapınağı. Bu aynı zamanda Athena 'ya adanan tapınak. Yıkıntı halindeki bu yapı, hala dünyanın en ünlü yapılarından biri. 
Acropolis'ü gezmek için çoklu bir bilet satın alıyorsunuz. Biz başlıca kısımlarını gezebildik. Bir tam gün ayırmak gerek. 

...

Yunanistan'daki çalışma saatlerinden de yeri gelmişken bahsetmek isterim. Bizdeki gibi müsteri çok da velinimet değil. Turumuzdaki bir hanımı, dükkanı kapattıkları için dışarı çıkardılar. Oysa ne alacağına karar vermişti, incelemeden satın alacaktı. Satıcı dükkanın kapısına kilidi vurdu çıktı. Tabii ki bu kriz öncesinden bir hikaye.  
Dükkanlar için öğle arasının ne zaman olduğu, çok da belli değil. Keyiflerine pek düşkün insanlar. Devlet daireleri de 14.30'a dek açık. Sadece salı ve perşembeleri kimi kurumlar 17.30- 21.30 arası çalışıyormuş. 

...

En büyük sürprize doğru yola çıkıyoruz şimdi de. İçinde Meteora olmayan Yunanistan turuna katılmayın desem yeri. Bir iddiada daha bulunayım. Turunuzda Atina olmasın Meteora olsun o kadar. Buraya gitmeden önce  bir fikrimin olmadığı Meteora, Kalambaka'ya bağlı bi bölge. Yunanistan'ın Kapadokya'sı denilse de fazlası. 
Kelime anlamı ''göklerde duran'' olan Meteora, dev kayalıkların üstüne kondurulmuş 24 manastırdan oluşuyor. Kayalıkların yüksekliği 300 metre. Ortodoks keşişlerin 11.yüzyıldan bu yana sığınağı olan kayalıklara  ilk manastırın inşaası 14. yüzyılda başlamış.  İnsanın aklı almıyor. Bu kadar yükseğe çıkmanın amacı, inzivaya çekilmek, dünyevi her türlü zevkten uzakta durmak, hatta acı çekerek kendini huzurda hissetmek. 
Meteora'da bugün hala keşişler yaşamakta. Ziyarete açık 6 manastır mevcut. Manastırların en büyüğü olan  Metamorfosis Manastırı müze olarak da kullanılıyor. 
1448'ta yapımına başlanan manastırlardan Trinity manastırının  yapım hikayesi de oldukça ilginç. 1476'da açılan manastırın  inşaası 18 yıl sürmüş ve keşişler malzemeyi buraya 70 yılda taşımışlar. Papazlar buraya ulaşabilmek için bir de asansör inşaa etmişler. Altı uçurum olan bu asansör, bir ip yardımıyla çekilen bir ağdan ibaret. Aksi taktirde 1000 küsür basamak çıkacaklar. 
Bir Giresun türküsünün sözleri şöyledir : Ustam nasıl kondurdun, taş başına binayı? Zindan ettin başıma habu yalan dünyayı. 
Ne dersiniz, türkünün sözleri Giresun'a yolu düşen  Meteoralı  bir rahibe mi aittir?

...

Kavala son durağımız. Bizden izler taşıyan bir başka şehir. Osmanlı yapısı bir su kemeri, Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın evi, şimdilerde otel olarak kullanılan bir imarethane. Osmanlının ayak izlerini takip ediyoruz. Şirin bir balıkçı köyüne benziyor Kavala. Sahildeki restoranların menülerinin bir kısmı türkçe. Burada da garsonlar türkçe biliyor. Otel ve restoranların hepsi salaş. Kavala biraz daha egeli sanki. 

Yunanistan'ın hangi şehrinin sokaklarında yürürseniz yürüyün, konuşmalarınızdan sizin türk olduğunuzu anlayıp yanınıza özlemle gelen, türkçe bildiği kelimeleri saymaya başlayan, hatta türkçe şarkılar söyleyen  yunanları  göreceksiniz. Hepsi ağız birliği etmiş gibi ''Problem politik'' diyecekler. Ardından hikayelerini anlatmaya başlayacaklar. Ortaköy'deki bir kilisenin zangoçunun kızı  Rita teyze 40 küsür kişilik turumuzdaki herkesi ertesi gün kahvaltıya davet etmişti. Tur programımızdan bahsedip gelemeyeceğimize zor ikna ettik.  Hepimize öyle bir sarıldı ki gözlerimiz nemlendi.. ''Hatırla sevgili o mesut geceyi '' diye mırıldanmaya başladı.. ''Kardaş,  kardaşimu'' dedi durdu bize Rita teyze..

...

Komşuya kadar gittik geldik. Kulağımızda aynı ezgiler, kalbimizde Atatürk sevgisi, özlemi. Ne çok ortak tarafımız, geçmişimiz vardı..
Bu güzelim insanlarla yıllarca aynı mahallelerde oturmuşuz, ahbaplık etmişiz. Ne derler bilirsiniz. Yunanın ve türkün çamaşırları aynı rüzgarda kurumuş yıllarca.
Mübadeleyle gidenlerin aklı , kapılarına diktiği ağaçlarda kalmış. Yunan gelin türk kızına emanet edip gitmiş de çeyizini, türk kardeşi saklamış yıllarca. 
Ünlü ''Şehir'' şiirinin şairi Konstan Kavafis'in de babasının İstanbul asıllı olması tesadüf mü sanırsınız?

 ''Yeni bir ülke bulamayacaksın.
Başka bir denizler  bulamayacaksın. 
Bu kent peşini bırakmayacak. 
Aynı sokaklarda dolaşacaksın. 
Aynı mahallede yaşlanacaksın. 
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına
Bu kenttir gidip gideceğin yer
Bir başkasını umma ...''


...


Bir başka seyahatte görüşmek dileğiyle.. 
''Ela..'' 


Ela: Yunanca gel, haydi anlamında..


...

Kendinden sürprizli yazıdır..Son şarkıyı es geçmeyelim..
Başka yerde yok!..
Efharisto poli !.. (Çok teşekkür:) )





















Bu yazıyı yazarken ne dinledim?

                                         

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Nayır N'olamaz







Mazhar Fuat Özkan'ı sevmeyen yoktur herhalde. Pek sever benim sevgili okurlarım  da,  tahmin ederim.
Bu güzel müzik grubu , tıpkı patatese benzer.
Patatesi de herkes sever. 
Et yemeklerindeki patatesi , en sona saklayıp yutanlar bu yazıya... 
:)

... 

Bizim nesil MFÖ'yü ''Mecburen'' ve ''Ali Desidero'' ile tanır. Ardından  ''Diday diday'' sevilir,  ''Vak the rock'' pek eğlendirir.  Henüz  '' Majörler tükenmemiştir ki , minörlere yolculuk '' olsun.  Kimselere ''vitaminler , moraller '' de  vermemişizdir.  İşte öylesi bi zamandayız.
... 

Siz en çok hangi harfini seversiniz bilmem; ama ben F'sini  :) sevmezdim. Ancak Fuat adını da çok severdim. Bu  adın da çocuk aklıyla çok sevilecek bi tarafı yok aslında. Kesin,  türkçedeki ''İki ünlü harf yan yana gelmez kuralı''  ihlal edildiği için  sevmişimdir. 
Ö benim favorimdir :) M de eğlencelidir de , Ö'cüğüm bir başkadır. Vakıflardan emekli gibi duran F'nin orada ne işi vardır, isyanım bunadır.  Fuat adını seviyorum diye de Özkan'ın adı hep Fuat'mış gibi düşünürdüm.. 

Oysa ''Bıraksam kendimi , şöyle ohh ne rahat... Bu da geçer, yaşamana bak.''
...

Meşhur ve  klas bir medeni  hukuk profesörüdür Turgut Öz. Kendisinde asla Turgut tipi yoktur.  ''Turgut  tipi nasıl olur?'' derseniz , buna verecek cevabım da yoktur.   Bizim hoca olsa olsa bir ''Haldun'' olabilir. Hatta hakiki Haldun, Turgut hoca kadar Haldun olamaz.

...

Geçenlerde bir gece  TRT Müzik'i dinliyorum. İstek şarkıların klipleri dönüyor ekranda. Sağ üst köşede İrem B. / İstanbul yazıyor. Emel Müftüoğlu / Faka Bastın'ı söylüyor.
Hayır bu da olamaz!..
Benim tanıdığım (!) İrem B. , aynı  albümde ''Kal Benimle '' varken, '' Faka Bastın'' ı  istemez.
Kaldı ki İrem B. , onca şarkının arasında ... Neyse.

...

4 Mayıs Cuma.  Yer, Levent metrosu, çarşı çıkışı. Orta yaşlarına yakın, açık mavi-beyaz çizgili tişörtlü bir adam telefonda konuştuğuna anlatıyor. Her şey oldukça gerçek.  Adam diyor ki  ''Bendeki kan grubu görülmemiş, bilinmemiş  bir grupmuş. Doktor bana dedi ki , öyle herkese verip ziyan etme kanını.''

Kafam yattı ..
Olabilir.. Valla olabilir..



...

Bu yazıyı yazarken ne dinledim?
2.şarkı İrem B.'ye gelsin.

                                          

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Geç Kaldım Hıdır, Dilediklerim Budur !



Sevgili okur yine ben !..
Gecikmiş bir hıdrellez yazısı olacak. Hıdır değil de hızır olsa ellez  :P, çabucak gerçekleşse dilekler.
Gül ağacına post it yapıştırdım ve allı morlu iplikler.. Renk eksik olmasın hayatımızdan. Ve telaş ve delilik!..
Bu hıdrellezde paramızın simgesini bir kağıda çizene yağacakmış para, kendimin yalancısıyım.

...

Önce sağlık!..
(Böyle deyince aklıma final sınavı zamanları ''önce sağlık'' diyerek , uykuya dalmalarım geldi.)

Umut, inanç , kuvvet, dayanma gücü.
Değiştirme inancı.
Yaşama sevinci, güleryüz.
Aşk!..
Ver Allahım ver!..

Evi olmayana ev, derdi olana çare, işi olmayana iş-güç, ille de ille aş!..
...

Huzur evimiz, barış dünyamız olsun!..
Aradığımızı bulalım.
Gülelim, esirgemeyelim .
Yeni sokaklardan geçelim, yeni insanlar tanıyalım.
Mümkünse (lütfeeen!!!) istediğimiz işi yapalım.
''Güzel günler görelim, güneşli günler.''
Eş, dost eksik olmasın yanımızdan , çevremizden.
Haramilerin saltanatı yıkılsın,  tarihi binalar yıkılmasın.
Artık Avm açılmasın.
Sağlığımızla oynanmasın.
Doğa katledilmesin.
Şiddet yok olsun.
Düşünce cezalandırılmasın.
Adalet yerini bulsun.
Sanat özgür olsun.
Herkes kendi işini yapsın.
''Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsin!..''
Daha neler neler...

...

Ben mi ne istedim?
Ferhan Şensoy'un (hastasıyız) şiirinden bestelenen Gündoğarken şarkısındaki gibi
''Yıldızlar da isterim. Süslü olsun gökyüzlerim'' :)

...


Bu yazıyı yazarken ne dinledim?

                                   

4 Mayıs 2012 Cuma

Benzemez kimse sana


                                       

Sevgili okur  merhaba,
Yeni sayfa düzenini beğendiniz mi?
Televizyonunu yeni açanlar için söylüyorum.
Aman !.. O burada söylenmiyordu tabii.
İlk kez planıma dahil olanlar  için bir şey ifade etmeyecektir; ama renklerimizi değiştirdim.
Daha çok aydınlanmayı hak etmiyor muyuz sizce de?

Yeni  koltuk  takımını bir an evvel eşe dosta göstermek için misafir çağıran hanım kadın hesabı, ben de bir yazıya giriştim ki kendi misafirlerimi buyur edeyim, yeni rengimizi göstereyim.

Gerçi epey oldu,  notunu almıştım, ''benzersiz'' bir yazı yazacaktım.

...


İnsan insana benzer.
Yeni doğmuş bebek daha gözleri yumuk;  ama  ''Ay aynı fişmekanca teyzesi''.
Hadi bu neyse  ''Ayy gözlerinden  yukarısı  dedesi''
Teyzeciğiiim  ordan yukarıda ne var allaha sen ?

Bulutları benzet  ya da ısırılmış ekmek parçalarını, canımı ye.
Hepsinden vazgeçtim. ''Az dur!..''  (Bkz. Giresunca konuşma kalıbı ders 1 )

...

İstanbul'daki Astoria Alışveriş Merkezi aynı rendeye benzemiyor mu?
Galata Kulesi kurşun kaleme, saç firketesi Eyfel Kulesi'ne * ?
Boğaz Köprüsü'nün ayakları sanki iki  mandal. Sahi o ipe neden kimse asmaz çamaşırını?
Şehrin  kirliliğini yıkayıp assak, kurumaz mı boğaz rüzgarında?

...

5-10 sene var. (5 ile 10 arasında bi 5 sene daha var; çok da mühim değil)
Teyzem de benim gibi pazar gezmeyi pek sever. ''İstediğin bir şey var mı pazardan?'' diye sorunca , ben de kendisine ''Halkalı çorap al dedim.''
Kadıncağızım helak olmuş. Bir kısım çorapçı böyle bir çorap çeşidi olmadığı üzerinde dururken , Türkiye Çorapçılar Odası olağanüstü toplanmış. Hihahoo!..
Tanıyanlar bilir, teyzem yeğenlerini  canından çok sever ve olmayanı da oldurmak üzerine yoğun çaba harcar. Bir hışımla beni aradığını hatırlıyorum. ''Derya ne demek istiyorsun? Öyle bir şey yok.'' Oysa ben enine çizgili çorapları kast etmiştim. Ayağımıza giydiğimizde , bacağımızın şekli itibarıyla halkalar geçirilmiş gibi olmuyor mu?
Bu da mı gol değil ?
Gözünden yukarısı dedesine benzeyen çocuk daha mı mantıklı?


Kavanozların ağzına kağıt havlu kapatıp da kapağını kapatınca neye benziyorlar pekiyi?
Arap şeyhineee...

Dışı saten kaplı pamuk yorgan? Ramazan pidesineee..

-Biz kaç aydır habu deliyi mi okuyoruz ?
Aynen ..:)

...

İstanbul Oyuncak Müzesi'nde bir oyuncak , aynı Altan Erbulak'a benziyor. Sesimi de çıkarmadım. Dalga geçiyorlar. Meğer hakikaten onun oyuncağıymış..Oh be!..

Sonra bir gün kardeşim  ''Giresun Belediye Şehir Tiyatrosu'nun dışındaki gülen surat maskesi  aynı Altan Erkekli'ye benziyor. Bir bak.'' dedi. Ne söylesem az. Bi mutluyum bi mutluyum o günden beri.
Evet sevgili okur, biz ailecek... :)

...

Bir şeyler bir şeylere benziyor.
Güzel ülkemizde şu  günlere yaşadığımız, yaşattıkları da hiçbir şeye benzemiyor.
Oysa...

...

Gelin ben size bir şarkı söyleyeyim  sevgili okur, Müzeyyen abladan..
Benzemez kiiiimse sana...

...

Sevgiler!..

...

 *Sunay Akın'a ait bir benzetmedir.

...

Bu yazıyı yazarken ne dinledim?

                                       
Maskelerin fotoğrafı için İlkeciğime çook teşekkür:)




3 Mayıs 2012 Perşembe

11 sene sonra Tutiya, Adı Tutiya


''Sevgili Sevil Nihan merhaba,
Bilmiyorum sana bu vesileyle başka ulaşanlar oldu mu? O da benim için ayrı bir merak konusu..
Tabii önce senin merakını giderelim, sana ne vesileyle ulaştım?
Ben oldu bitti edebiyat meraklısı biriyim. 
Yazarım çizerim..Yaparım birşeyler..
Biz lisedeyken ''edebiyat öğretmeni'' kavramının sözlük karşılığı bir öğretmenimiz vardı. Adı Ali Naci Saydam ..Giresun Lisesi edebiyat öğretmeni. 
Her pazartesi Nazım'dan Can Yücel'den Ataol Behramoğlu'ndan falan şahane şiirlerle başlardık haftaya..
Nefis bir başlangıç düşünsene..
Bakıyorum da en çok o zamanları özlüyorum Sevil.
Neyse...
Bir gün  seni getirdi Ali Naci Hoca , ''Adı Tutiya'' ile..
Aradan  11 sene geçti..
Ben o ara bu şiiri kıymet verdiğim birçok kişiyle paylaştım.
Kimi dizeleri de aklımda kaldı yıllarca.
Üniversite okumaya İstanbul'a geldim. 4 ev değiştirdim , o şiir benle hep bir yerlere taşındı..
Bugün de başka bir şey ararken , bir kutunun içinde o günkü el yazımla buluverdim seni, Tutiya'yı. 
Ayrıntıları hiiiç atlamam. İyi ki yazmışım altına.
 ''Sevil Nihan Usta. 733. Bulancak Cumhuriyet İlköğretim Okulu''. Sınıfını yazmamışım bir tek.
Hemen bilgisayarı açtım.. Şimdi...
Dedim eminim Sevil Nihan Usta bir yerlerde güzel birşeyler yapıyordur.
Gözünü seveyim teknolojinin..
Al işte!..
Tam da mesleğini bulmuşsun..
Üstelik güzelim memleketimizde görev yapmaktasın google hazretleri beni yanıltmıyorsa.
Çok çok sevindim..
Epey gecikmiş bir teşekkür etmek istedim sana..

Senden şimdi bir rica:)
Hadi bana Tutiya'yı anlat. Ve o zaman kaç yaşındaydın?
Neler oldu? 
... ''


Adeta mektuplaştık bugün Sevil'le. Kendisi  19 Mayıs Üniversitesi Psikolojik ve Rehberlik Danışmanlık Bölümü mezunu. Şimdi Şebinkarahisar'da bir ilköğretim okulunda çalışıyor. Orada nice hayatlara dokunuyor, onları  onariyor. 
''Bir harmanım bu akşam''. Sevil de öyle..
Şiirini ona gönderdim. Kendindeki kayda ulaşamıyormuş. Hayat sürprizlerle dolu. 
Sevil bu şiiri fındık zamanı, 14 yaşındayken yazmış. Tutiya'ya da okumuş.
Sevil'le görüşmek üzere sözleştik. Eski- yeni arkadaşız biz Sevil'le.  Birbirimizin henüz sesini duymadık. Sözcüklerle ağladık.
Ona buradan, bloğumdan  bahsettim. Bir şeyler yazmasını istedim. Noktasına virgülüne dokunmadan  aktarıyorum.

Sevgiler sevgili okur.


 ...

''Bu gün belki de benim için bir dönüm noktasıydı. Bir zamanlar kelimeleri hoyratça savurup belki de kendimin bile inceliklerini anlayamadığım yazılar, şiirler yazarken şu an iki kelimeyle bile kendimi yazılara dökemediğimi fark ettim ya da dökmediğimi…Kaçtığımı, korktuğumu duygularımı düşüncesizce ifade etmekten…Ama bugün yaşadığım bir olay bende bir şeyleri değiştirdi, değişmesi gerektiğini hatırlattı. Yıllar önce çocukluğumun saf duygularını kullanarak yazdığım aslında bilinçsizce ülkemizde kadına verilen, verilemeyen değeri yalın cümleciklerle, kelimelerle anlattığım bir şiiri senelerce saklayan tanımadığım birinin bana ulaşması, işte bu değişimin, kararın kaynağı…Bir nevi bu günün perisi..Şiir mi? Tutiya adı…Tütiya mı? Kara, dolgun gözlü, çocuk Tütiya, ana Tutiya…Hikayesi aslında bir o kadar kısa, yüreğine bakınca Tütiya’nın bir o kadar uzun…Çocukluğumdan kalan hayal meyal parçalarla Tutiya şiirimin konusu, kadının imgesi benim için.. Doğunun bir ucundan gelip fındık toplayan, çocuk büyüten büyüyen Tütiya…''



ADI, TUTİYA !

Adı, Tutiya
Kapkara dolgun gözleri,
Hep uzağa bakardı.
Hep düşünürdü,
Ve hep çalışırdı!

On çocuğu vardı;
Aç, susuz!
Gözleri onunki gibi,
Kapkara , kusursuz.

Yazları gelirlerdi.
Hiç görmedikleri,
Hiç bilmedikleri,
Bir ürünü toplamaya;
''Fındık toplamaya''

Adı, Tutiya
Kara saçları yıpranmış,
Henüz bebekken yumuşacık olan teni
Dokuzunda nasırlaşmış!

Okuyamamış...
Toprağı kitap bilmiş,
Buğdayı yazı!
Her hasatta biçtiği 
Onun kara yazısı

Tutiya...
Adıyaman'ın uzak bir köyünden...
Ellerinde kınası
Onüçünde gelin olmuş,
Sonra ana.
Gelin almış geçen yaz
Hiç kadın olmamış Tutiya

Tutiya,
Güzel yurdumun,
Güzel insanı.
Çocuk olmamış,
Çocuk anası!

Bu yaz nerdesin Tutiya
Adana'da pamukta
Giresun'da fındıkta?!!

Dudağında hiç bilmediğim bir türkü 
Hangi geleceğe gidiyorsun Tutiya?

Sevil Nihan Usta
733 /Cumhuriyet İlköğretim Okulu
Bulancak/ Giresun

.....

''Bu yazıyı yazarken ne dinledim ?''  bu yazı için de  çalışmamaktadır.