Sevgili 2013,
Seninle acı tatlı günlerimiz oldu.
Ben aslında sevdim de seni.
Bi sorunum yok yani senle.
Hatta isterim ki bir köşede otur sen de 2014'le.
Şimdi yine seni yaşlı, iki büklüm bir dede olarak karikatürize edecekler gazetelerde.
Gerek yok böyle şeylere..
Senden son bir ricam olacak ama..
Bir muhterem (!) zat var.
Sevmeyeni çok. Hihaha !..
Ben de bir tek televizyon ekranında görmeyi çok seviyorum bu zatı.
Bir tuşla kapatıyorum ya kendisini , ne büyük bir mutluluk bilemezsin.
İşte senden bir ricam 2013cüğüm , giderken zat-ı muhteremi de götürmen .
(Anladın sen onu)
Daha da birşey istemem .
Gerisini 2014'e kitleyeceğim :DD
...
Sevgili okurum,
Sizler için de güzel bir liste yaptım..
Sıcaklık diliyorum ..
Evinizde, eşinizle, dostunuzla, çocuklarınızla, sevgilinizle, sevgiliniz olsun istediğinizle..
Yakınlık diliyorum, ulaşmak istediğiniz yere , erişmek istediğiniz mevkiye, en uzak ihtimale.
Ve istiyorum ki umutsuzluğa düşmeyelim..
B Planımız daima olsun :)
Sınırlar olmasın, duvarlar olmasın.
Ancak şöylesi hayali bir duvarımız olsun ki - o da kendi ruh sağlığımız için- herkes kolayca atlayıp da bizim dengemizi bozmasın.
Ağlamak da olacaktır elbet , açlık için felaket için değmeyen biri için olmasın da, yoksa ağlamak olmadı mı gülmenin tadı nerde ?
Gündüzleri geceleri , ayları yılları bırakalım.. Anlara bakalım, daima anlara.
Heyecan olsun
Hareket olsun..
Gülmek olsun
Söylemek olsun
Olsun !..
2013cüğüm şu ricamı yerine getirsin de..
Gerisini çok istersek olur galiba..
...
Çok çok sevgiler !..
Bu yazıyı yazarken ne dinledim ?
(Son yıllarımın fon müziği kendisi.. )
Fotoğraf : Geçen yıl evimdeki yılbaşı partisinden. Bir #instadilay Dilay Okumuş şahanesi .:)
Sevgili okur,
Cancağızım okur selamlar sevgiler!..
Bu sonbahar pek ilkbahar...
Yaşamak gerek..
Geçecek zira..
Bu zamanlar gibi..
...
Başım ne zaman sıkışsa '' Büyük Saat''e danışırım..
Turgut Uyar şahanesi, o dev külliyat..
Nasıl da yakışır benim bu günlerime sevgili okur bilseniz.
Sizin için ve geçirdiğim son birkaç hafta için seçtim.
''Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir'' i .
Yalnız sizden bir ricam olacaktır ki aşağıda paylaşacağım youtube linkindeki şahane çocuk Kemal Özdenal 'dan dinleyiniz şiiri..
Daha mutlu olamazdım herhalde bugün..
İnadına inadına hiç kaybetmediğim umudumun garantisidir artık Kemal Özdenal ve öğretmeni . Bu yazıya başlarken de Kemal' den haberdar değildim üstelik..
Hayat bu yüzden güzel..
...
Benim bu son günlerim bir güzel iki güzel üç güzel...
10 metre güzel 100 kilo güzel.. 62 fahrenhayt 22 bar güzel..
Her şeye rağmen güzel ..''Rağmen'' li hali daha güzel üstelik . 82 rağmen 92 inşallah ile bir başka güzel..
Ne yazacağımı ne edeceğimi , size nasıl aktaracağımı bilemeyeceğim gibi güzel..
Öyle karışık üstelik, öyle düzenli üstelik.
İşin içinden çıkamayacağım gibi bir güzel...
''Benim dengemi bozmayınız. '' *1
( Ciddik Kuşu'ndan şahane tespit : İnşallah gibi temenni dolu , umut dolu bir söz nasıl oluyor da bizlerin ağzında bu denli '' Sanmıyorum ama hadi madem'' tadında bir şeye dönüşüyor merak ediyorum. Kimse bana inşallah demesin istiyorum bazen. Ay hadi inşallah ! )
...
İntrosunda dalga ve martı sesi olan şarkılar vardır ya onlardan yaptım dün mesela kendim.
90'larda nasıl yapıyorlardı mesela bunu.. Teyple iniyor muydu biri deniz kenarına ''Abiiii ..Bekle Bizi İstanbul için aradığın martıyı buldum ayarladım. ''
Beşiktaş'tan Kadıköy'e geçiyorum , bir taşıt aracı olamayacak kadar kendinden romantizmli vapurla. Dışarda oturdum.. Açtım müzik çalarımı . ''Sen Giderken ''i dinlemek geçiyordu aklımdan. Meğer tam da orada kalmış müzikçalar , çalmaya başladı . Bi silkelendim .Yanımdaki çocuk simit parçaları atıyordu martılara.. Tam önümde uçuşuyordu martılar böylece. Haydi bunları hep açıklayın ateistler : P
(Bu da sevgili okuruma çıkardığım ilk dil, hatırladığım )
Fikret Kızılok 'un ''Oysa Ben''i ile Edip Akbayram'ın ''Bekle Bizi İstanbul'' u gibi oldu ''Sen Giderken ''im artık. Oturdum bunu düşündüm vallahi.. Başında martı sesi olan şarkılar neler idi ? İlkin onlar geldi aklıma..
Altı üstü evime geçiyorum..Ataol Behramoğlu , Vedat Türkali şiirlerini süsledim..
Bir iyiyim bir iyiyim..
Darısı size olsun diye yazıyorum sevgili okur..
İlkbaharımı yaşıyorum.. İçimin sobalarını hep kaldırdım. Yaza hazırlanıyorum.
Yarın akşam da Kadıköy Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde 8 1/2 dinletilerinde Emin İgüs var. Biliyorum ki o zaman yükselerek arşa değer belki başım.. Eski bir ermeni ilkokulu olan NHKM 'nin bir sınıfında oluyor bu dinletiler. Sınıflar 40 kişilik . Kaldı mı size 38 kişide birer hisse ...
Aklıma gelmişken birkaç tavsiye daha..
Daha da güzel olmak için birkaç tavsiye daha..
Canım arkadaşım , ilk arkadaşlarımdan Aylin'in gezili gezisiz yemek bloğu aldentelutfen.blogspot.com ..
Yine sevgili arkadaşım Emre Ayaz'ın vine videoları.. @johnoldman adıyla bulunuz buldurunuz.. (youtube 'da Pırt kanalından da takip edebilirsiniz )
Kadıköy'ümüzün yeni rengi '' Moda Sahnesi ''
...
Güzellikler, gözyaşları, gülüşmeler, başlangıçlar , sevdalıklar, ayrılıklar.
Hepsinin bir sonu var. Yaşanırken onlar, orda ol.
Benim de kendime göre bir inandığım şeyler bütünü var..
Sevgili okur selamlarım sizi coşkuyla ..
Ne yazacağımı ne edeceğimi bilmeden geldiğim anlardan biri karşınıza..
Bir oyun tavsiyesi için karşınızdayım.
Yazının başlığından anladınız ne olduğunu..
Yaşamaya Dair !..
...
Kendinize büyüüük bir iyilik yapın..
Ölmeden önce yapılacaklar listenize alın. ( İsteyen öldükten sonra yapılacaklar listesine de alabilir tabii. )
Ruhunuza en büyük yatırımı yapın.
Kolundan tutun hatta, en önem verdiğiniz insanı götürün.
Siz en iyisi mi benim gibi koşun bu oyuna.. Koşuuuun..
...
Türk olmayı nasıl tanımlarsınız bilmiyorum.
Coğrafyasını tarihini , efendime söyleyeyim MÖHUK'taki * (Milleterarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku hakkında kanun :) ) tanımını bir an boşverin.
'' Türkçeli '' ve '' Türkülü '' olmak, en çok '' Türk olmak '' gibi geliyor bana.
Nasıl olmasın ?
İşte şiir , işte adı : '' Benim Oğlan Fotoğraflarda Büyüyor.''
Yıl 1954 büyüyor Nazım Hikmet'in oğlu da, yıl 2013 büyüyor Mustafa Balbay' ın oğlu..
Elbet Yorgo'nun Peter'in oğlu da böyle büyümüştür de sanmam ki
''İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,
gitmez gözümden hayali Haliç'e inen yolun,
iki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış
evlat hasretiyle hasreti İstanbul'un ...''
gibi bir kalem oynatsınlar hasret ile.
İstemezdim yabancı olup da bu şiirleri çevirisinden okuyup , olmak asıl duygusuna yabancı.
Şimdi söylemesi zor ya , duymak zorlarına gidiyor ya , dedim '' Ben iyi ki türküm '' Yaşamaya Dair'i izlediğim sırada. İyi ki türküm , iyi ki Nazım Hikmet de türk, iyi ki Genco Erkal da elbet.
...
Biz çocukken Bruce Willis'i Alev Sezer konuşurdu.
Alev Sezer ölünce erken yaşta, izleyemez oldum Bruce Willis filmleri .
Orhan Veli'yi Müşfik Kenter'den dinlemek de başkaydı bunun gibi..
Nazım Hikmet'i de Genco Erkal 'dan dinlemek bambaşka..
Yer , Tarihi Ali Paşa Hanı .. Eminönü'nde , kıymetli bir bölgede, dikdörtgen kağıtları cebine destelemek yerine , coşkulu alkışları biriktiriyor Genco Erkal. Bu tarihi han Erkal'a aile yadigarı. Kötü ev sahibi , kiracıyı ev sahibi yaparmış ya, Dostlar Tiyatrosu'nun 23 yıllık Muammer Karaca Tiyatrosu binasındaki kiracılığı tahmin edebileceğiniz çeşitli bahanelerle son buluyor ve Eminönü gibi pek de mesken , bulunmayan bir bölgede böylesi büyülü bir mekan tiyatro olarak vücuda geliyor.
O akşam orada açığa çıkan bütün duyguların müsebbibi Genco Erkal , Tülay Günal . Neler oldu kimbilir oyundan çıkanların anlarına , ertesi günlerine..
''Seni düşünmek güzel şey
Seni düşünmek ümitli şey
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey
Fakat artık ümit yetmiyor bana
Ben artık şarkı dinlemek değil
Şarkı söylemek istiyorum. ''
Böylesi şarkı söylemek isteyip de cesaret edemeyene cesaret verdi oyun, sarıldılar telefona.
Bir tanesine şahidim daha oyun sırasında biraz önümde oturan bir çift daha sokuldu birbirine..
Ben mesela daha vapurda , telefonda konuştum İzmir'deki ablam Derya'yla ve seslerimiz sarıldı sanki birbirine ve kızmadım vapurdaki gürültülü acılı arabesk yapan koca adamlara. Oyuna gelmeden hemen önce tartıştığım sevdiğimi affettim dönüşte. Yine oyundan birlikte çıktığımız bir anne kız aldı beni taksilerine attılar Karaköy'e vapura.. O kısacık yolda nasıl da coşkun konuşuverdik tanımadan birbirimizi öyle..
Ağladım ömrümde ikinci kez bir tiyatro oyununda bu denli , ki ağlamak da lazım arada, gülmenin anlamı olsun diye en azından.
Damlaların yuvarlandığını hissettim yanağımda uzun zamandır ilk kez böylesi bir ağlama üstelik.
İçimdeki bütün Deryalar ağlamış gibi hissettim çocuğu , kadını, öfkelisi , umutlusu ; ama hepsi birlikte.
Şiirlerin hepsini biliyor, üstelik bir kısmına eşlik de edebilecek durumda ve fakat ilk kez duyuyormuş gibi bir umutlulukta idim.. Mekan eski , hiç elden geçmemiş, belli ki daha önceden bambaşka bir amaca özgülenmiş bir yer idi. Sanki yıllarca bugünü beklemiş gibiydi tarihi han.
Dekor bir masa, tahta bir merdiven, bir sandalye, yerde bir varil , köşede bir bank, masada bir daktilo. Sanki oyunun parçasıymış gibi arada hanın merdivenlerini tırmanan kediler. .Hanın avlusunda 150 kişi kadar biz seyirciler, kimileri de hanın balkonundan izliyor. Hanın birkaç odası da oyunda kullanılıyor. Yıl nasıl 2013 akıl almıyor, çıktık dışına zamanın. Han biraz Bursa cezaevi, biraz Piraye'nin evi, biraz doktor Faust' un evi, karlı kayın ormanı, Prag'da tren garı..
Buzz gibi bir İstanbul gecesi , 2014 yazına dek handa sergilenecek son oyuna, Kadıköy'den 8 vapuruna son anda yetişmiş gitmişim. Oyunda bir ara başımı kaldırıyorum, payıma düşen gökyüzünde yakın iki yıldız , bir büyük yıldız daha uzak. Uzaktaki Nazım Hikmet diyorum herhalde.. İki yakın yıldız sahneden yükselen...
Daha da anlatmak istemem gidin bu iki büyücünün oyununa.. Tam iki hafta geçti üzerinden heyecanı geçmedi. Oyuna gelin, oyuna gidin.. :)
Kimbilir , belki ümit yetmez size de ...
Gurur duyun bu güzelim dilde anlayabiliyorsunuz diye Nazım'ı ..
Gurur duyun parayı yerlerde süründürüp de değerleri göklere çıkartan Genco Erkal'la..
Gurur duyun , unutturmaya çalıştıkları türklüğünüzle..
Yıldızların altında, kalın hislerinizle başbaşa..
Kalın bir dahaki yazıya dek sağlıcakla...
.......
Bu yazıyı yazarken ne dinledim ?
Bu yazıda kullanılan fotoğraflar Milliyet SANAT 'tan alınmıştır.
Yazın bitimine , sandalet ve şortla vedalaşmaya, denizden uzaklaşmaya rağmen ...
Hele de benim gibi , yağmurla çalışan bir makine gibiyseniz , vakit, sizin vakitleriniz.
Blogdaki hemen hemen bütün yazılara en az iki damla inmiştir gökyüzünden :)
Bir yanaşmayagörsün bulutlar birbirine, esin perisi konar Derya kulunuzun penceresine.
Mutlu sonbaharlar! :)
...
Bir güzelliğin de müjdesini vermek isterim. Artık android işletim sistemli tablet ve cep telefonlarınızdan ''Derya'nın B Planı'' nı uygulama olarak indirebileceksiniz.
Çok yakında da Apple Store' dayız..
Bildiğiniz gibi değil ekranlardan taşıyor, sınırları aşıyoruz..
Elbet benim becerebileceğim gibi bir iş değil..
Can arkadaşlarım Cansın, Dilay, Kağan ve Cem'in ince düşüncesi ve bilgisayar ve grafik dehası arkadaşımız Ahmet Korkmaz'ın emeği.
Bunu da belirttikten hemen sonra Derya'nın B Planı'nın geniş koltuklarına kurulalım sevgili okur.
Başlıyoruz zira...
...
Yıllar önce Ece Temelkuran'ın bir yazısında geçiyordu ''Kuş Kadınlar ''.
'' Yakalanamaz, durdurulamaz, kendilerine bile ait olamaz '' kuş kadınlar.
Hep zihnimin bir yerindedir bu yazı. Biraz özgür ruhumdan, biraz sarı kanarya oluşumdan :) ve esaslı bir ciddik kuşu oluşumdan ötürü.
Kuş kadınlardan söz açmak boynumun borcudur, gagamın sözüdür, kanadımın tüyüdür :)
...
Bir kitap olsa kuş kadınlar, illa ki Can Yayınları 'ndan çıkmıştır diye düşünürüm. Yabancı ve pek de tanınmayan yazar tarafından yazılmıştır.
Çok çok da iki sayfasını okursunuz. Bu kitapları almaya sizi iten tek şey adındaki çekiciliktir. Kitap deyip geçmeyin ki en önemli şeylerden biri hayatta. ( Tanrı kitapçısız memlekete düşürmesin. )
Bir cesaretsizlik hali sanki , bakar durursunuz kitaplıkta bile kapladığı yerin haşmetine.
Okusanız sarsabilir ya , okumazsınız.
Tekrar gelmeyi, daha ilk ziyaretinizde kafanıza koyduğunuz bir sayfiye yeri gibidir kuş kadınlar.
Kışın, şehrin kargaşasında boğuluyorken gelir ''orası '' en çok da aklınıza.
Birkaç gündür , birkaç mehtaplı gecedir, üç beş günbatımıdır ''oradan '' payınıza düşen.
Bir daha gitmezsiniz.
Gitseniz ne olacaktır?
Gidersiniz , dönersiniz.
Orası sizin hiiiiç olmaz işte.
Bilmediğiniz bir dildeki şarkı gibidir kuş kadınlar.
Birkaç kelimesini mırıldanın şarkının, erişemezsiniz cümlesine.
Sizin türkünüz değildir ki , sizin olsun hikayesi.
Komşudan aldığınız çiçeğin yaprağı gibidir kuş kadınlar.
Sizin saksınızda da açıp çiçekleneceğini sanırsınız. Açmazlar.
Pembe yeşilleri, alları gülleri en çok kendilerinedir. Ah bilmezler başka eller onları renklendirmeyi..
Bilseler.. Ah bilseler...
Ahmet Kaya şarkısı gibidir kuş kadınlar, kimselerin söylemeye cesaret edemediği..
Herkesin elbet söyleyebileceği ; fakat her seste can bulamayan bir şarkı.. Gönülden ses vermek o kadar mı zordur?
İşte kitaptır, şarkıdır, bir yerdir , öyledir böyledir de , bu kadınlar vardır gerçekte.
''Yakalanamaz, durdurulamaz, kendilerine bile ait olamazlar '' *
Okuması , söylemesi, kalınması elbet mümkündür.
Ah bilmezler...
Bilmezler kuş kadınların telaşını, coşkusunu , umudunu hatta kederini.
Kanadındaki renkleri görmezler de uçtu gitti derler..
Uçar giderler elbet.
Gökyüzü onlarındır!..
Birazdan okuyacaklarınız, benim için çok çok özel birisi için gelsin . Manevi babam için.
O, artık bu dünyadaki çiçekleri deremiyor. Ve ben , o , dünyamızdan gitmemiş gibi davranmakta ısrar ediyorum.
...
Eminim orada da harikulade bir bahçeniz var. En azından birkaç saksıda çiçekleriniz, bir balkonunuz mutlaka var.
Odanızda bile çiçek fotoğrafları, çalışma masanızın camının altında.
Öyle tutkuyla seviyorsunuz çiçekleri , ki ''çiçek gibi'' derdiniz en sevdiğiniz şeylere..
Notlarınız karmaşık ; ama ''kendi içinde düzenli'' :) ; tıpkı eski , günlük telaşlarınız gibi..
O telaşlar ki hiç bitmeyecekmiş gibiydiler.
Düzeninizi, eşsiz sohbetiniz, burnunuzu çeke çeke ağlarken kahkalarla gülmenizi , ''O kadar ! '' deyişinizi öyle özledim ki..
Öyle özledim ki sizi.
...
Üniversiteye başladığım yıl '' Datça yollarında kırlangıç '' benzetmesini yapmıştı manevi babam benim için..Datça'yı da biriyle özdeşleştirmişti.
O zaman hiç görmemiştim burayı.. Bildim bileli gitmek isterim. O da bilirdi bunu. Bir türlü kısmet olmuyordu işte. Hatta görmeden yazısını bile yazdım anımsarsınız, Datça'nın . Gitmiş gibi , sokaklarında dolanmış gibi yazdım.
Şimdi manevi babamla benim Datça'mızı yazıyorum size.. Dilerim ''çiçek gibi '' olur. :)
...
Datça balı ve bademiyle meşhur. Ancak ben ilk , yolunun methini duydum. :)
Hatta öyle bir anlatılıyordu ki sanırsınız üç beş şanslı kişi buraya ulaşmış, onlar da geri dönmemişler ...
Şahane bükleri gezmem diyorsanız ve Bodrum da varsa programınızda, suya sabuna dokunmadan Datça'yı gezebilirsiniz. Bodrum'dan Datça'ya feribot var. Mevsime göre sefer sayısı değişiyor.
1,5 saatlik bir yolculuğun ardından varıyorsunuz. Şehrin merkezinden uzakta bırakıyor feribot ve merkeze servislerle ulaşıyorsunuz.
Ve işte karşınızda, kapının önünde çocuklarını torunlarını bekleyen bir anneanne gibi sizi bekleyen Datça.
Havası, sanki diğer Muğla ilçeleriyle karışmıyormuş gibi ..
Suyunun bambaşka olduğu kesin !
Öyle kendine has.
Bir değişik his içimde..
Bana ait , çok eski bir şeyi almaya gelmişim gibi..
Benim payıma birşeyler düşmüş gibi..
...
Bir an önce Eski Datça'ya kavuşmak isteği içimde.
Hayalimden az mı çok mu ?
Can Baba'nın yarım kalan şarabını birileri içmiş mi? :)
Evet o bildiğiniz, kafeye gidiyoruz ilkin , meydandaki.
Can Yücel 'e saygı duruşu..
Duvarda resmi, fotoğrafı, şiirleri , cam bir bölmenin içinde Can Baba'nın yarım kalan şarabı.
Bu mekan iyi ki var. Yoksa Can Baba' ya dair pek birşey bulamıyorsunuz Eski Datça 'da.
Aile halen yaşamaya devam ettiğinden CAN EVİ' nde , Can Baba'nın ölüm tarihi olan 12 Ağustos ve özel araştırma için aldığınız izinli zamanlar dışında evi gezmek de mümkün değil.
'' Ben olsam neler neler yapardım '' demekten kendimi alamıyorum.
Neyse...
Eski Datça'nın sokaklarında bir elimden Can Baba, bir elimden manevi babam tutuyormuşçasına yürüyorum. Öyle sıcak öyleee sıcak, kalbimden daha çok sıcak değil .
Ben ki çocuğunun adını CAN BABA koyacak kadar tutkuyla seven biriydim şairi, nasıl ısınmam çiçeklenmem burda.. Var beni de taş duvarlara tutunmuş bir begonvil say !..
Belediyeden ricamdır. Ne olur en azından haftada bir gün ''Başka Türlü Birşey '' çalsın hoperlörden.
Bir dahaki gelişimi , haftanın o gününe getirmezsen neyim :)
O davudi sesi bu taş evlerin duvarlarına çarpmış .. Bunu duyumsayarak büklere doğru yola devam ediyoruz.
...
Şimdi buradan sevgili coğrafya öğretmenlerime seslenmek istiyorum.
'' Çocuklar yarın size Datça yarımadasını anlatacağım. Herkes yarın şık olsun, erkeklerin frak giymesi mecburidir. Tören ve saygı duruşunun hemen ardından derse geçeceğiz ''
Ben açıkçası bunu beklerdim. Öyle basitçe geçilecek gibi değil.
Tanrı oya gibi işleyecek koylarla, büklerle kıyıları ve bunu Türkiye' ye nasip edecek; sen de bunu öyle gelir geçer anlatacaksın olacak iş değil. Saygı duruşu şart.
Hangi büke gidelim derseniz tamamen size kalmış. Zira tanrı öylesine cömert davranmış ki ''Büklerden bük beğen ''.
Biz Knidos' a kadar gittik. Knidos'un da özelliği bir tarafında Akdeniz suları bir tarafta ege suları olan bir antik kent olması.
Özellikle Knidos'ta büyülenmemek elde değil.
Yolun oldukça virajlı ve dar olduğu uyarısını da yapmalı. Çok yer görmek adına zamanı iyi değerlendirin ve hava kararmadan dönüşe geçin derim.
Tekne turuna mı çıkalım, araba mı kiralayalım da bükleri gezelim derseniz arabayı tavsiye ederim. O güzelim ege köylerinden mutlaka geçmelisiniz.
Köylerin mezarlığı bile sempatik inanır mısınız ?
Kahvehaneleri ve kahvehane cemaatini varın siz düşünün.. ''Çiçek gibi '' :)
...
Datça'nın merkezinde denize girilebiliyor. Balık lokantalarının kumsalı gündüz plaj gibi hizmet veriyor. Akşama doğru şezlonglar toplanıyor ve restoran masa sandalyeleri kuma atılıyor.
Hüsnü'nün Yeri'ni size tavsiye edebilirim. Sinarit yiyin, lagos yiyin , akya yiyin.. (Hayatımda yediğim en güzel karides de burada olabilir. Bir güzel tavsiye daha :) )
Bir giresunlu deniz delisi olarak ege balıklarına geçer not veriyorum. ( Anne bugün Vedat Milorculuk oynadık : ) )
...
Balık restoranlarından arkadaki caddeye geçerken , el sanatları ürünleri satılan tezgahları geziyoruz. Tezgahlardan birinin sahibi tatlı mı tatlı bir hanım. Emel hanımın el emeklerinin yanında bir de kitaplar var tezgahta. Yazarın adı hemen çağrışım yapıyor. Gündüz Eski Datça meydanında gördüğümüz durağa adı verilen beyefendinin adı.. Meğer Emel hanımın eşiymiş. Nihat Akkaraca'nın '' Datça' da Zaman '' adlı kitabında Datça'nın insan hikayeleri anlatılıyor. Nihat bey tam anlamıyla Datça'nın kitabını yazmış. Ertesi gün plajda okumaya başlayınca , Datça insanının yüzü neden gülüyor daha iyi anlıyorum.
...
Toz Toprak Çer Çöp Ve yağmur eskisi Ve altındayken böyle Sana karşın seni sevmenin… Cumadan beri Istesen de sen Ölmek, Cumadan beri Ölmek, Nerdeee Neerde ölmek Çimleniyorum sevgilim Ve böbreğimde bişey Çim çim çim Ben galiba böyle, Güler, Sana yeşillenerek öleceğim
Uzuuun bir aradan sonra tekrar merhaba.
Sevgili canım okurum, desenize '' Ne zaman sıklıkla yazdın ki zaten ? ''
Sizlere de yansımasını umut ettiğim bir aydınlıkla yazıyorum..
Nadiren olur ne yazacağını bilememek.. Sanırım aynı şeyleri hissetmeyi gönülden diliyorum.
Birçok kentle , köyle, kasabayla, hatta bir sokakla, sadece bir kafeyle bile aşk yaşayabilir insan.
Eminim size de oluyordur. Adım attığınız andan itibaren kendinizi oralı gibi hissettiğiniz, defalarca gelmeyi,anında planladığınız. Hatta yerleşmeyi bile ...
Bozcaada sanırım seni birazcık aldatıyorum.. Ve işte '' Gümüşlük '' , yeni sevgilim.
...
Soranlara , '' Bodrum' dayım'' demenin haksızlık olduğunu düşünüyorum Gümüşlük için.
Çünkü Bodrum'dan fazlası.
Baksanıza adı bile ayrı güzel...
Bodrum yarımadasının batı ucundaki bu güzelim beldenin, antik çağlardaki adı Myndos' dur ve Myndos'un arkasındaki tepelerde gümüş ocakları olduğu söylenir.
( Türkçe rockın mutfak kısmındaki babası Turgut Berkes'in Myndos diye eski bir şarkısı vardı ..
Lisedeydim , yeni yetmeydim de Myndos neresi bilmeden , şarkıyı pek bi severdim..)
Çok iddialı olacak belki; ama bu zamana dek gördüğüm en güzel günbatımının Gümüşlük'te olduğunu söylemeliyim. Günbatımında denizin aldığı renkten sebeple beldenin ''Gümüşlük'' adını aldığını düşünmüştüm.
Böyle olsa daha romantik olmaz mıydı ?
Hadi öyle olduğunu varsayalım :)
Buraya adımımı atar atmaz, 1980'leri yaşadığımız hissine kapıldım. Evet kesinlikle o ''Nerde o eski
Bodrum? '' ları yaşayacaktım burada. Akşam yemeğinde garsonumuzdan 10 sene daha ileride olduğumuzu öğrenince bir tebessümdür yayıldı.. ''Burası 1970'lerin Bodrum'u. ''
Yıldızların otellere değil de gökyüzüne daha yakıştığına inanıyorsanız, doğru yerdesiniz.
Burada abartılı, , lüks, fazla, gereğinden çok konforlu hiçbir şey yok.
Geceleyin dalga sesiyle uyumanın verdiği hazzın yerine başka bir şey koyamıyorsanız hoşgeldiniz Gümüşlük'e.
Diğer seyahatlerinizde zamanı neye göre ayarlarsınız bilmem ; ama burada zamanı günbatımına göre ayarlayacağınız kesin. O kadar güzel ki mübarek, işi gücü bırakıp seyre dalıyorsunuz. Yetmiyor başka alemlere dalıyorsunuz.
Bu toprakların bir parçası olduğunuz için teşekkür ediyorsunuz. Ne bileyim aşka inanmıyorsanız, inanıveriyorsunuz. Kendi gücünüze inanıyorsunuz.
Beklediğiniz, gelmeyeceğine içten içe inandığınız, yine de beklediğiniz şey ya da kimse her ne ise , orada , tam da o anda gelecek gibi sanki..
Yalın olan her şeyin, en güzel olduğunu kanıtlar gibi doğa.
Size cici birkaç öneri. İlki Limon Gümüşlük..
Elbette güzel bir yer. Ancak beklentimin altında buldum. Sanırım çok fazla şey okumamak gerek bir yerle ilgili. Belki de tesadüfen girseydim bu mekana daha fazla sevecektim. Denizden uzakta olmasının da etkisi var elbet bunda. Derya'dan (!) denizden uzaklaşmayalım sevgili okur. Limon Gümüşlük, Gümüşlük yalısına yürüme mesafesinde ve biraz daha tepede. Yürümemenizi öneririm tabii. Gayet sıcak.
Burada limonçello içebilirsiniz. İtalyan içeceği limonçellodan farklı olarak
Limon'a has kremalı, limonlu likörlü ,freş bir içecek..
Paçanga böreğini burada limonlu yiyecek ve tadına doyamayacaksınız.
Kabak çiçeği dolması , benim sağlıklı midye dolmam olur kendileri ..Her durakta olduğu gibi burada da yiyorum.
Adam akıllı bir akşam yemeği yemek istiyorsanız rezervasyonsuz gitmeyin Limon'a.
...
Gümüşlük yalısında olmayı daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Belediyenin çay bahçesi buradaki önemli bir durağımız. Karşısındaki pasta fırınından pastalar, börekler alıp burada yiyebilirsiniz..Çay bahçesinin içindeki köfteci ise bir hayal kırıklığı, köftenin hasını bilen bir giresunlu için. Deniz sonrası çay , üstelik böylesi bir çay bahçesinde pek güzel. Tam karşınızdaki Tavşan Adası'na yürüyenleri izleyebilirsiniz. Su seviyesi dizinizi geçmiyor. Adaya çıkış şu an yasak çünkü suyun altında antik şehir kalıntılarına rastlanmış.Şu an kazılar yapılıyor. Hatta burada bir mahkemenin olduğu düşünülüyormuş..Ne sevimli bir mahkeme.
Gümüşlük'te deniz mavi bayraklı, biraz yosunlu olmasına rağmen. Bodrum'daki denizin genel sorunuymuş meğer. Biraz daha açıklardan yüzmeli. Tavşan adasında yüzebilme şansımız şu an için olmadığından - ki oradan oldukça güzelmiş deniz- olabilecek en yosunsuz yerden halk plajı civarından denize girilmeli.
Akşamüstü atıştırmaları için Soğan Sarmısak restorana gidelim şimdi de . Burasının ilginizi çekmemesi imkansız. Öyle kendi halinde bir yer. Kışları yurtdışında yaşayan bir anne kız işletiyor. Yemekleri de bu hanımlar pişiriyor. Birkaç masalı Soğan Sarmısak'ın üst katında yaşayan anne kızın adeta evine konuk oluyorsunuz. Ömrümde böyle bir yemek tanıtımı görmedim desem yeridir. Yemeden önce bağrınıza basasınız gelir. Bütün yemekler o bölgenin zeytinyağıyla pişiyor ve size yemekten önce bu yağı tattırıyorlar. Menü yazımları da çok şirin.. Çocuklar yazmış rengarenk kartonlara.. Bir mezeye GEZİ PARKI bir başka mezeye de ÇAPULİNG adını veren Soğan Sarmısak gönülleri fethediyor. Soğan böreği ve börülce yemenizi öneririm. Hesabı içeride ödemenizi de özellikle rica ediyorlar ki mekanı iyice yaşayabilesiniz.
Club Gümüşlük Lounge gecenin sonundan bir önce için nefis bir öneri :)
Bodrum'daki Cihangir.
Pek sevdim.
Gecenin sonu elbette kumsalda..İşin sırrı dalgalarda..
Her şeyin sizde gizli olduğu gibi...
...
Gelelim yazının en sonuna ve en sevdiğime : Özak Pansiyon ve Akustik Sahnesi.
Ruhunuza çok çok iyi gelecek..
Eskiden Miskinler Tekkesi şimdinin Çapulcular Tekkesi olmuş. Burada yayılabilir, biranızı yudumlarken dalga sesleriyle iyiden iyiye gevşeyebilir, dünyanın en şanslı insanını kendiniz ilan edebilirsiniz. Denize dalıp çıkmış, bu şahane tekkede siz kitabınızı okurken , çimenliğe puflar diziliyor, gece için sahne hazırlanıyordur. Bitip tükenmeyen tek ses dalga sesidir, bir de içinizdeki huzur. Özak'ın muhteşem barından Myndos adındaki kokteyli barmen Onur'dan mutlaka isteyin, benim için de tadını çıkara çıkara için.. Ege'ye daha çok yakışacağınıza eminim.
Konser sonrası ise Gümüşlük'ün rüzgarına, çimenliğin ortasında yanan barış ateşi iyi gelir.
Ve işte sahneye Yeni Türkü çıkar.
'' Bak işte yaklaşıyor fırtına.. Bak yine yükseliyor dalgalar.. ''
İlk şarkı '' Başka Türlü Bir Şey'' .. Gümüşlük'e pek yaraşır.
Bana da size de..
Can Baba'nın Can Evi'ne birkaç gün sonra gidecek olmanın sevinciyle dinlerim..
Ve dilerim ''Bir başka yolculuk dalından ineriz''' birlikte yere sevgili okur..
(En azından bir yazı sonra Datça' dayız )
''Denizi ayrı deniz , havası ayrı hava '' bir başka yerde görüşmek umuduyla..
Merhaba sevgili okur,
Kuvvetli bir solukla selamlıyorum sizi bu kez.
Yeni bir solukla.
Epeydir yazmam gerek farkındayım.
'' Derya, sen geç kaldın yazmakta '' diyor canım arkadaşlar..
Haklılar ancak öyle zor ki..
Beni epeydir takip eden sevgili okurum, yazdıklarımın öyle bir edebi değeri olduğunu sanmamakla beraber , olanı başka türlü göstermek gibi bir derdim var benim.. Konuyu başka başka anlatmak gibi bir derdim.
'' Hiç bu açıdan düşünmemiştik '' dedirtmek gibi bir derdim.
Bu sefer her şey tüm çıplaklığıyla gözler önünde olduğundan sebep, çok çok da bir de benden dinlemiş olacaksınız derim.
...
'' Şiir, sahibinin değil ihtiyacı olanındır.'' demiş ya Neruda, bizim memleket için az bile demiş. Daha da genişletmek gerek bu kelamı.
Bizdeki birtakım şarkılar şiirler, dönemsel olarak güncellik kazanıyor.
Çocuktum. Karadeniz'den Ege'ye seyahate gidiyoruz. Livaneli'nin '' Yangın Yeri'' albümü yeni çıkmış. Arabada yol boyu sar başa sar başa dinleniyor. Bilindiği üzere bu albüm, Sivas 'ta haince katledilen 37 canımız için yakılmış türküler ve yapılmış şarkılar ile doludur.
Bilinçli miydi bilmiyorum ama anneme babama teşekkürler buradan, o yaşta birşeylerin farkında olmamızı sağlamışlar.
''Yaşamak görevdir yangın yerinde , yaşamak insan kalarak . ''
'' Savunun gerçeği çoğu kez, yalnızlığını bilerek. '' demişler bizlere..
Sağolsunlar. Bugün de kullandım ..
Nasıl etkilendiğimi iyi hatırlarım o günlerde. Olanları daha iyi anlamak için , biraz daha büyük olmak istediğimi hatırlarım.
Olanı biteni aklımın almadığını; büyüdükçe , okudukça hiiiç anlayamadığımın farkındayım, yanarım.
Bizi hala anlayamadıklarına yanarım.
Bir şarkı daha vardı albümde.
'' Nasıl başlarsa fırtına Öyle diner birdenbire Bir ışık parlar yeniden Karanlıklar arasından Umudu kesme yurdundan '' Dilime dolandı son günlerde. Bilmem (!) nedendir? Canımın içi Neruda, şiir biz türkler için, lazım geldiğinde ortaya çıkarılandır. ...
Biraz gerçek biraz rüyada yaşıyoruz ben ve arkadaşlarım bu ara. Mesela bir bakıyorum odanın ortasında bir baret. Mühendis olsam bir de t cetvelim olmaz mı ? Lisedeyken mimar olmak istemiştim bir vakit. Acep ondan heves etmiş de mi almıştım? Ertesi sabah evden çıkıyorum çantanın içinde bir medikal maske. Diyorum ''Çabuk Derya koş , bugün çok önemli bir ameliyata girecektin. Bekletme hastalarını .'' Yoo doktor da değilim ki. Yaptığım salatalara çoğu zaman evde sıkmaya limon bulamayan ben , sebzeliği bütün apartmana limonata yapacak kadar limonla dolduruyorum. Tanımadığım insanlar için poğaçalar yapıyorum. Tanımadığım insanlardan yardım görüyorum. Hiç olmadığı kadar kibar, güleryüzlü ve anlayışlı insanlarla dolu etrafım. Sarının yanına lacivertten başka renk koymayan ben :) kırmızı da koyuyorum, siyah-beyaz da. Devamlı yürümek halinde olan arkadaşlarım var. Artık neredeyse trafik polisi kadar düdük çalan ve aslında bir hekim olan arkadaşım var. Var da var. Etrafta birsürü ilginçlikler var. Mizahın kralı , anında üretiliyor ülkemde. Duruma uygun şarkılar anında besteleniyor.
Ben ve arkadaşlarım ve ülkemiz, kardeşlerimiz , tanımlaması zor günler geçirdik. Çok kayıplarımız oldu. Acılar çektik. Çok üzgünüm. Şiddetin her türlüsü dursun istiyorum. Senin gibi, onun gibi, bizim gibi istiyorum. Biz ağaçları çok sevdik. Kuşları da, çiçekleri de ... Sırtımızı dayayacağımız ağaçlar, parklarda bahçelerde olsun istiyoruz. Milyonlar vererek alınacak sitelerin dairelerinin sözümona bahçelerinde değil. Bir ağacın gölgesinde buluşma sözü verelim sevdiğimize istiyoruz. Bir yerimiz kanasa, çocukluğumuzdaki gibi ağacın yaprağına silelim istiyoruz. Öyle renkli çocuklarız ki rengarenk bir resim olabildiğimizi gördük. Boyanmaya kağıt istiyoruz. Özümüze , özgürlüğümüze gölge istemiyoruz ama. ''Üç beş ağaç '' (!) için milyon yürekleri maskelerle baretlerle korumuşuz çok mu? Şiirler şarkılar söylemişiz çok mu? Ne olur siz de aynı şarkıyı söyleyin gayrı...
Bu uğurda kaybettiğimiz , yüzlerini hiç görmediğimiz ve daha kötüsü hiç göremeyeceğimiz kardeşlerimiz var bizim. Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük. (Allah, üzerlerine ışıklar yağdırsın) Bir ağacın serin gölgesi olacaklar öteki hayatları varsa şayet, bilirim.. Mis kokacak çiçekler etrafında , bilirim. ... ''Şah damarı vurulsa da Dört bir yandan sarılsa da Işık yener karanlığı Bak çocukların gözlerine Umudu kesme yurdundan
Kara kışın buzu bile Sürmedi sonsuza kadar Bahara döndü sonunda Filiz sürdü kar altından Umudu kesme yurdundan. '' ... Sen de sevgili okur, Umudu kesme yurdundan !.. ... Yazının başlığı bir Nazım Hikmet şiirinin adıdır, bu günleri anlatır. Yangın Yeri şiiri Ataol Behramoğlu, müziği Livaneli.
Fotoğraf : Kağan Deniz (Gezi Parkı'ndan)
... Sevgili okur , Teşekkürlü merhabalar !.. Bloğum Dergisi, kültür- sanat kategorisinde, yılın 2. başarılı bloğu seçildik. Tıklayan eller dert görmesin. Okuyanlar çile çekmesin şu dünyada :) Derginin bir dahaki sayısında benimle yapacakları bir röportaj yayınlanacak. Daha çok insana ulaşacak olmak , çok çok sevindirici. B planımın ortağı oldunuz ; sağolunuz, varolunuz. ... Benim canım sıkkın aslına bakarsanız şu sıralar. Demiş ya Edip Cansever, ''Gülemiyorsun ya, gülmek , bir halk gülüyorsa gülmektir. '' Ondan biraz. Güldürmeyenler utansın. İyi tarafından bakmaya çalışmak , milletçe hastalığımız oluverdi. İşte bizim insanımızın da mizah duygusu tetikleniyor. Aziz Nesin Kuzey Avrupa'dan çıkacak değildi ya. Züğürdün tesellisi. Olmaz olsun!.. ... Bunun yanında, hep var olup da zamanla ağır gelen yükler var. Umut etmek var ki en güzel işkence. Bir yanda olmayacağını iyiden iyiye bildiğin bir şeyin olabilme ihtimaline inanmak. Bu nasıl iştir !.. Oldurmayanlar utansın. Özlemek var. Özlemek bir meslek kolu olaydı, şimdiye emekliydim. Özletenler utanmasın .. Yazının ahengini tutturmak adına , kıyamayacağım onlara.. ... Yeni Türkü'nün Akdeniz Akdeniz albümünden KARADENİZLİ bir şarkı . Birazdan okuyacağınız trabzonlu şair Yaşar Miraç'ın şiiri, Yeni Türkü' nün kurucularından, aynı zamanda da hekim olan Selim Atakan tarafından bestelenmiştir. Hiçbir şey demeden size, şarkıyı paylaşsaydım da olurdu. Öyle ''çok'' bir şarkı. Şarkı yaşıtım olup, kendisiyle tanışmam lise yıllarıma denk gelir. Hala aynı coşkuyla dinlerim. Üç beş kere ardarda dinlediğimde de derdimi onarır. Yorumlayan Zerrin Atakan , Yeni Türkü'nün ilk albümlerinde yer alan, şimdilerde yurtdışında yaşayan bir hekim. ... Size de olur mu bilmem. Bazı tanışmadığımız insanlarla , tanışsak çok iyi arkadaş olurduk hissi. Mesela Yekta Kopan'a karşı bunu iyiden iyiye hissediyorum. Meral Özbek'le ne rakı içerdik mesela . Kendisi içiyor mu bilmiyorum, kaldı ki yanımdan geçse tanımam ; ama şiirleri çok güzel. Rakı içmese bile, karşımda sessiz otururdu , neredeyse eminim. Akın Eldes mesela.. Zarar gelmez ondan. Kızmıyordur hiçbir şeye hatta Akın Eldes. Jehan Barbur'la kanka oluruz. İlk seferde neden bu isimler geldi aklıma bilemeyeceğim ; ama Zerrin Atakan'la da sanırım üniversiteden sınıf arkadaşı olmak isterdim. Kantin muhabbetlerimizin tadına doyulmazdı. Sonradan gelse dost meclisine, kendisi için sandalye bulurdum. Çay alırken ona da alırdım. Ders notu bulurdum ki herkes için yapılacak iş değil. Şimdi şarkıyı hiç dinlemeyenlerin yerinde olup, bu şarkıyı , bu sesi ilk kez dinlemenin hazzına erişmek isterdim. O seste sevda var. Ama en çok değiştirme inancı var. Güzel günler görme umudu var. O sesin ardında kitleler var. Birden kalkıp gidebilmek var. İnanmak var, bağlanmak var. Bağlandığından kopabilecek güç de var. Dayanışma var. Sevdalı bir ses o ses. O ses hiç durmaz !..
... Şairi, bestecisi, yorumlayanının yanında yakınlarda kaybettiğimiz müzisyen hemşehrim Eftal Küçük' ün , şarkının sonlarında resmen ağlattığı kemençeyi duyuyoruz. Karadeniz başka deniz , deli deniz (deli derya) :) Çok şanslı bir şarkı . Neredeyse bu şarkının yerinde olmak var. ... Gurbete kaçacağım
O lacivert ülkeye
O üzünç denizine
Uzayan iskeleye
Ansızın zamansızın
Neler kalır geriye
Gurbete kaçacağım
O kimsesiz ülkeye
O geri dönülmeze
Bağlanan ilk köprüye
Umarsız durmaksızın
Neler kalır geriye
Gurbete kaçacağım
O duvaksız tepeye O yolunda gözyaşı Çeşmesi kuru köye Kopup yalnızlığımdan
Kopup sonsuzluğumdan
Gurbete kaçacağım Gurbete tükenmeye .... Neresinin bizim için gurbet olduğuna karar veremiyorsak, yine bir Yeni Türkü şarkısına danışmalı. Murathan Mungan yetişir imdada. ''Neresi sıla bize Neresi gurbet Yollar bize memleket.'' Ve korkuyor eski gurbetin yeni memleket olmuşluğu.
Ama yine de ben '' Gurbete kaçacağım , o lacivert ülkeye... ''
.... ''Ne güzeldir, yollarda olmak şimdi. '' ( Kemal Burkay ) ... Bu yazıyı yazarken ne dinledim ?
Bu yazı da Gözde Gülsevin 'e gelsin. ( Siz de okuyabilirsiniz elbet sevgili okur )
Bu benim , peçeteye yazılan şarkı gibi istenen ilk yazım.
Aylar oldu, sevgili okur Gözde ''Bir yazıyı da benim için yazar mısın ?'' demişti.
İşte o gün, bugün..
...
Son günlerde , hani şu reklamlarda gördüğümüz, çamaşır makinesinden çıkardığı tüllerin kar gibi beyaz çıkmamasına şaşırmış hatunlar gibiyim.
Öyle bir şaşkınım, üzgünüm.
Ülkede olanlara, insanlara, insanların hafızasının bu kadar çabuk silinmesine ve sindirim sistemlerinin gelişmişliğine şaşırıyorum.
''Sevgileri yarınlara bırakanlara'' da çok çok öfkeliyim.
Biraz kafamızı dağıtalım istiyorum birlikte.
En azından bir süre için.
...
Yazının görsellerini incelediğinizde, '' Bu kız, tül perdeden Orhan Veli'ye nasıl gelecek? '' dediğinizi duyar gibiyim.
Örtüldü hafızanın örtüsü Tasalarımın bittiği yerde. Yükseliyor şimdi perde perde "Geri gelen saadet" türküsü ...
O.Veli
:)
...
İstanbul'da yaşadığım gibi , İstanbul'u da yaşıyorum.
İkincisi daha önemli zaten.
İki vapur jetonuna bile bakabilecek ucuzlukta üstelik.
Hatta bazen bedava..Seyir bedava, güneş bedava, martı sesi bedava dalga sesi, vapur düdüğü bedava.
...
Hiç düşündünüz mü bilmem.
İstanbul kuş olsa ne olurdu , çiçek olsa ne olurdu , içki olsa ne olurdu ?
Onları bilmem de, İstanbul bir akrabam , eşim dostum olaydı, amcam, yengem olacak değil ya; elbet sevgilim olurdu.
Herkes ona hayran , o bana kurban olurdu :)))
...
Rumeli Hisarı'ndan elbet geçmişsinizdir.
Sevgilimin en güzel yerlerinden Boğaz'ının :) en güzel yeri. ( Gözleri güzel sevgilimın göz bebeği :) )
Rumeli Hisarı'na ''Urumeli Hisarı '' diyenler vardır bir de.
(Aynı güzelim insanlar ki ''Kalamış'' şarkısının gazelinde de Münir Nurettin Selçuk gibi ''Düşsün suya yer yer erisin eski ZEMANLAR '' demeye de gayret edenlerdir )
Canımın içleri..
Bu güzel insanlar, tam da orada , başına da martı kuşları konmuş bir Orhan Veli heykeli olduğunu bilirler.
'' ...
Urumeli Hisarı'na oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum
İstanbul'un mermer taşları,
Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları
Gözlerimden boşanır hicran yaşları
Edalım,
Senin yüzünden bu halim. ''
...
''Edalım. Senin yüzünden bu halim.'' diyerek , sayfalar dolusu yazılabilecekleri , beş kelimeye yükleyen şairin taştan da olsa göğsüne, başımı yaslamam da ne yaparım sevgili okur?
İlk kez bir insan heykelinin şöyle büyükçe bir de mendili olsun istedim.
Yok yok durun vazgeçtim. Mendil olmasın. Gözyaşları alttan bir kanalla doğrudan Boğaz' a karışsın.
Karşı kıyıda elele yürüyen sevgililer, suyun renginden işin rengini anlayıp , daha sıkı sokulsunlar birbirlerine.
Orada avlanan balıklar, rakısız yenilmesin.
Kanun çıksın hatta, kanun !..
''...
İstanbul'un orta yeri sinema
Garipliğim, mahsunluğum duyurmayın anama
El konuşur, sevişirmiş ; bana ne?
Sevdalım,
Boynuna vebalim. ''
...
Daha da yazardım ya boynumun borcu, bu yazı o beş kelimeyle bitecek.
''Edalım,
Senin yüzünden bu halim. ''
...
Bu yazıyı yazarken ne dinledim ?
Bir de öneri :
Urumeli Hisarı'nda Orhan Veli'yle dertleştikten hemen sonra , fazla uzaklaşmadan , kaldırımdan ayrılmadan 200-300 metre ilerde.. Sade Kahve adlı mekan.
Her sandalyenin arkasında bir sanat erbabının adı.. Masa örtülerinde adları işli aktörler, ressamlar, şairler heykeltraşlar.
Mekan sahibi gibi ortada haşmetli gezen kediler.
Hava soğuksa , masanın altında yanan bakır mangal.
Görüp görebileceğiniz en güzel restoran amerikan servisi.
Bedava boğaz havası.. Yediğin içtiğin azacık parayla..